Ne bir mafya hikâyesi, ne de melodram tuzağı... Kıskanmak, kadının suskunluğunu çığlığa dönüştüren, Türk edebiyatını ekranda yeniden var eden güçlü bir uyarlama.
Televizyon ekranlarında yıllardır tekrar eden bir döngü var: Şiddetle erkekleşmiş dünyalarda hayatta kalmaya çalışan kadınlar, silahlı adamların arka planında unutulan duygular, ve yüzeyde parlayan ama içi boş hikâyeler... Kıskanmak, işte bu tekrarın ortasında sessiz ama güçlü bir çığlık gibi yükseliyor. Nahid Sırrı Örik’in edebi dünyasından televizyona taşınan bu yapım, yalnızca bir dönem dizisi değil; kadının toplum içindeki yerini, arzularını, bastırılmışlığını ve yeniden doğuşunu anlatan katmanlı bir anlatı. 2009’da Zeki Demirkubuz’un sinema yorumunun ardından, bu kez “Camdaki Kız” ve “Mukadderat” gibi yapımlarla tanınan Nadim Güç’ün rejisiyle, izleyiciyi konfor alanından çıkarıp dönüşümün tam ortasına çağırıyor.
Ay Yapım’ın yeni sezon yapımlarından biri olan “Kıskanmak”, edebiyat ile televizyonun kesiştiği güçlü bir uyarlama. Nahid Sırrı Örik’in 1940’lı yıllarda yazdığı aynı adlı romandan yola çıkan dizi, ilk bakışta klasik bir dönem anlatısı gibi görünse de, derinlemesine bakıldığında çok daha fazlasını sunuyor.
SENİHA: KISKANILAN KADINA DÖNÜŞEN HAYAT
Dizinin ana karakteri Seniha (Özgü Namal), romandan farklı olarak kıskanan değil, kıskanılan bir kadına dönüştürülüyor. Edebi metinde çirkinliğiyle toplumdan dışlanan, kıskançlıkla zehirlenen bir figürken; dizide daha derin, daha insani ve güçlü bir kadın portresiyle karşımızda. Kardeşi Halit’in (Mehmet Günsür) bile zamanla kıskandığı, içine kapanık gibi görünse de hayata karşı dirençli, sessizce hesap yapan bir karakter olarak yeniden yazılmış.
Ve ben bu evrimi olumlu buluyorum.
Bugünün izleyicisi, artık edilgen kadın karakterlerden çok, kendi sesini bulan, bedeli ne olursa olsun kendi yolunu çizen kadınları izlemek istiyor. Seniha’nın hukuk eğitimini yarım bıraktığı okuluna geri dönme çabası, sadece kişisel bir intikam değil; eğitim, toplumsal kabul ve özgüven açısından kadınların yıllardır verdiği sessiz savaşın ekrana yansıması. Susturulmuş kadınların hikâyesi, onun üzerinden görünürlük kazanıyor.
Özgü Namal, bu dönüşümün taşıyıcısı olarak muazzam bir oyunculuk sergiliyor. Gözlerinde taşıdığı yorgunluk, suskunluğundaki öfke ve sükûnetle işlediği hesap, Seniha’yı gerçek ve sahici kılıyor. Uzun süredir ekranlardan uzak olan Namal, sadece dönmemiş, adeta yeni bir oyunculuk diliyle karşımıza çıkıyor.
GÜÇ, YETENEK VE KISKANÇLIĞI ERKEK VERSİYOUNU
Mehmet Günsür, Halit karakterine ilk bakışta zarif, centilmen bir abi kimliği kazandırsa da, bölümler ilerledikçe kıskançlık, yetersizlik ve içsel çürüme yüzeye çıkıyor. Bu kırılma, oyunculuğunun gücüyle daha da çarpıcı hale geliyor. Halit’in Seniha’ya duyduğu karmaşık duygular kıskançlık, suçluluk, hayranlık dizinin en güçlü psikolojik yanlarından biri.
Selahattin Paşalı, dizinin merkez karakterlerinden biri olan Nüzhet’e hayat veriyor. Kariyeri uğruna her yolu mübah gören, aynı zamanda olağanüstü bir müzikal yeteneğe sahip bir piyanist olarak resmedilen Nüzhet, sahnede çaldığında kadınları büyüleyen, Halit ve Seniha’nın felçli annesine adeta şifa olan mistik bir figür olarak sunuluyor. Ancak bu noktada dizi, teknik açıdan sınıfta kalıyor.
Nüzhet’in piyano çaldığı sahneler ne yazık ki hem yapay hem de inandırıcılıktan uzak. Elbette bir oyuncunun gerçek hayatta piyano virtüözü olması beklenemez; fakat izleyiciye onun usta bir müzisyen olduğuna inandırmak, yönetmenin ve teknik ekibin sorumluluğundadır.
Yakın plan çekimlerle ellerin piyano üzerindeki doğru hareketlerini göstermek, müziğin giriş ve çıkışlarıyla sahne temposunu uyumlu hale getirmek gerekirken; dizide bu unsurlar göz ardı edilmiş. Piyano çalınıyor gibi yapılırken müzik aniden kesiliyor, ya da görüntü ile ses arasında uyumsuzluklar dikkat çekiyor. Bu da karakterin büyüsünü ve ikna ediciliğini ciddi anlamda zedeliyor.
Emin Alper’in Kurak Günler filminde güçlü bir performans sergileyen Selahattin Paşalı, eğer bu teknik detaylara daha fazla özen gösterilse, Nüzhet karakterine çok daha etkileyici ve unutulmaz bir derinlik kazandırabilir.
Gelelim Hafsanur Sancaktutan karakterine; Her ne kadar dizide en zayıf oyunculuk olarak Hafsanur Sancaktutan eleştirilse de, ben bu görüşe katılmıyorum. Genç oyuncu, Mükerrem karakterine başarılı bir şekilde hayat veriyor. Annesi tarafından “bir kadının tek kurtuluşu, zengin bir erkekle evlenmektir” düşüncesiyle büyütülen Mükerrem, bu inancı içselleştirmiş, hayatını da bu doğrultuda kurmaya çalışan, savrulan bir karakter.
Kendi kararlarını verme becerisi elinden alınmış, bu yüzden hayatta neyin peşinden gittiğini tam olarak bilemeyen Mükerrem’in çelişkili ruh hâlini ve içsel çatışmalarını Hafsanur Sancaktutan sade ama etkili bir oyunculukla yansıtmaya çalışıyor. Karakterin zaman zaman kararsız, zaman zaman da hırsla hareket eden doğası, yüz ifadeleri ve beden diliyle dengeli biçimde aktarılıyor. Dolayısıyla eleştirilenin aksine, Mükerrem’in dramatik yapısının farkında olan ve bu doğrultuda karakterine tutarlı bir yorum getiren bir performans izliyoruz.
AÇIK KAPILAR, KAPALI KARAKTERLER
Dizinin mekân kullanımı, özellikle Paşazade ailesinin Beyoğlu’ndaki apartman dairesi, atmosfer yaratımı açısından başarılı. Ancak buradaki detaylardan biri dikkat çekici ölçüde gerçeklikten uzak: Bu dairenin kapısı hiçbir zaman kilitli değil. Herkes elini kolunu sallayarak içeri giriyor. Bir önceki sahnenin gerilimi bunun üzerine kuruluyor. Oysa dönemin ruhuna ve aile yapısına daha uygun bir gerçeklik beklentisi içindeyiz. Bu tür küçük ama önemli detaylar, atmosferin bütünlüğünü bozabiliyor.
Oyuncu kadrosu genel anlamda oldukça etkileyici. Özellikle Özgü Namal ve Mehmet Günsür ikilisi, kıskançlığın iki farklı yüzünü hem psikolojik hem duygusal düzlemde ustalıkla yansıtıyor. Ayda Aksel, karakterinin sınırlı alanına rağmen oyunculuk doygunluğu yaratıyor.
Kıskanmak, bireysel bir duygudan çok, cinsiyet temelli bir bastırılmışlığın dışavurumu. Dizi, romandaki karanlık karakterleri bugünün dünyasına göre dönüştürüyor; ve bunu yaparken kimi zaman edebi sadakati geride bıraksa da, duygusal ve toplumsal gerçekliğe daha sıkı sıkıya bağlanıyor.
Seniha’nın edilgen, çirkin, kıskanç bir kadından; dirençli, bilinçli ve mücadeleci bir kadına evrilişi, yalnızca karakterin değil, kadınların tarih boyunca yaşadığı evrimin sembolü gibi duruyor. Seniha’nın hukuk fakültesine geri dönme çabası, sadece kişisel bir başarı hikâyesi değil; aynı zamanda yıllardır susturulmuş, eğitim hakkı elinden alınmış, geri planda kalmış pek çok kadının sembolik bir yükselişi.
Düşündüren, çarpan ve yer yer rahatsız eden bir dizi Kıskanmak. Ve bu iyi bir şey. Çünkü sanat konfor sunmamalı; dönüşüm sağlamalı. Kadına şiddet uygulayan, belinde silahla dolaşan takım elbiseli mafyaların, kumaların, çarpık ilişkilerin arasında kaybolan ana akım dizilere kıyasla Kıskanmak, bambaşka bir yerde duruyor.
Geçtiğimiz günlerde Zeki Demirkubuz, katıldığı bir programda, “Türkiye’de iyi oyuncu sorunu yok, iyi senaryo ve hikâye sorunu var.” demişti.
Gerçekten de öyle. Bu sorunu belki de Türk edebiyatının güçlü roman ve öykülerinden yola çıkarak, edebi uyarlamalarla aşabiliriz. Kıskanmak, bu anlamda iyi bir örnek. Hem klasik bir romanı günümüze taşıyor hem de seyirciye unuttuğu bir şeyi hatırlatıyor: Karakter derinliği hâlâ mümkün.