“Bir şeyimizi alamadılar, o da umudumuz”

— Pelin Esmer

Adana’da bu yıl 32’ncisi düzenlenen Uluslararası Altın Koza Film Festivali, sadece bir sanat etkinliği değil; bir direniş, bir hatırlama, bir sahiplenme manifestosu olarak kapandı. Gecenin en büyük ödülünü alan “O da Bir Şey mi?” filminin yönetmeni Pelin Esmer’in yukarıdaki sözleri, festivalin ruhunu tek bir cümleyle özetliyor aslında: Umudu unutmayanlar hâlâ var. Ve ne mutlu ki, bu kez o umut bir kente, bir halkın yüreğine, perdede sessizce akan ama kalpte büyük dalgalar yaratan hikâyelere emanet edildi.

P1-21

SİNEMANIN DİRENİŞİ: ADANA'NIN KALBİ YİNE PERDEDE ATTI

Altın Koza, yıllardır Türkiye sinemasının en önemli duraklarından biri. Ama bu yılın atmosferi her zamankinden farklıydı. Salonda olmayan ama kalbi orada atan bir başkan, özgürlüğü alkışlarla çağıran bir seyirci ve ödüller kadar konuşulan bir mesaj: Sanat susmaz.

Silivri Cezaevi’nden gönderdiği mesajla törene katılan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın sözleri, düşüncenin suç sayıldığı bir atmosferde, sanatın ne kadar yaşamsal bir alan olduğunu bir kez daha hatırlattı. Karalar’ın mesajı salonda yankılanırken, sadece sanatın değil, adaletin ve vicdanın da sesi duyulmuş oldu.

BİR KENTİN HAFIZASI: UMUDU SAHİPLENEN ADANA

Adana, yalnızca festivalin değil, sinemanın da gerçek sahibi olduğunu gösterdi bu yıl. Salonlar doldu, gösterimler alkışlarla karşılandı, filmler mahallelere taşındı. Yalnızca sinema izlenmedi; birlikte ağlandı, birlikte hatırlandı ve birlikte umut edildi.

Bu yılın teması “Barış, Özgürlük ve Umut”tu. Üç kelime, ama her biri bir halkın yıllardır özlemini çektiği, yitirmemeye çalıştığı değerler. Filistin’den gelen haberler, yakılan zeytinlikler, 6 Şubat depreminin unutulan yüzleri… Hepsi bir festivalin gölgesine sığdırılmadı; sahneye, ödüllere, konuşmalara, gözyaşlarına taşındı. Sanat, sadece estetik değil; aynı zamanda tanıklık etmekse eğer, Altın Koza bunu başardı.

KADINLARIN HİKAYELERİ PERDEYİ AŞTI

Kadın oyuncuların ödülleri paylaştığı bir yıl oldu. Bige Önal ve Tülin Özen’in aldığı En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, yalnızca bireysel performanslara değil; kadınların sesine, emeğine, direnişine verildi. Bige Önal’ın “Kadın yalnızca doğururken kutsanan bir düzenin içinde yaşarken unutuluyor” sözleri, bu ülkede kadın olmanın anlamını özetler nitelikteydi.

Ve elbette gecenin yıldızı Pelin Esmer. Sekiz ödülle festivalin en çok konuşulan ismi oldu. “O da Bir Şey mi?” filmiyle yalnızca sinematografik bir başarı değil; kadın emeğine, görünmezliğe ve suskunluğa karşı güçlü bir söz de söyledi. Film, en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi sanat yönetmeni gibi teknik başarılarının ötesinde, bir duygu taşımayı başardı izleyicisine: Görmeyi reddettiklerimizi gösterdi. Yönetmen Pelin Esmer ödülünü alırken “Bir şeyimizi alamadılar, o da umudumuz. Ödülümü, koltuğu boş olan Zeydan Karalar’a armağan ediyorum. Biz buradayız ama ev sahibimiz yok. Şu an burada olmayan ve hayat mücadelesi veren Ayşe Barım ve Murat Çalık için alıyorum” dedi.

HATIRLAMAK DA BİR DİRENİŞTİR

Yılmaz Güney Ödülü’nü alan “Ev” filminin yönetmeni Orhan Eskiköy’ün sözleri unutulmadı:

“Deprem olduğu gün, battaniyenin altındayken bir şey yapmam gerektiğini düşündüm… Her şey o kadar çabuk unutuluyor ki…”

Sinema sadece anlatmak değil, hatırlatmaktır da.

Unutmanın bu kadar kolaylaştığı bir dönemde, bu festivalin yapılması çok kıymetli. Çünkü nefes almak istiyoruz. Unutmak değil, hatırlamak; susmak değil, anlatmak istiyoruz.

En İyi Belgesel seçilen Sibel Karakurt’un yönettiği “Eskisi Gibi” de, “Ev” filmi gibi unutturulmak istenen acıların izini sürüyor. Deprem sonrası kolunu ve bacağını kaybeden iki genç kadının iyileşme süreci, yalnızca bedensel değil, toplumsal bir iyileşmeye de çağrı niteliğinde. Film, yaşananların değil, unutturulmak istenenlerin karşısında duruyor.

PERDENİN GERİSİNDE KOCA BİR KALABALIK VAR

Bu yıl Altın Koza sadece bir festival değildi. Bir yokluğun ortasında, büyük bir varoluştu. Zeydan Karalar’ın yerinde olmaması bir eksiklikti belki ama onun yokluğu, salondaki her alkışla bir direnişe dönüştü. Nuray Karalar’ın sahnedeki sözleri yürek burktu:

“Adana sensiz öksüz…”

Ama o öksüzlük, dayanışmayla güçlendi. Sanatçılar, seyirciler, jüri üyeleri, festival çalışanları… Herkesin ortak bir duyguda buluştuğu ender anlardan biriydi bu yıl Altın Koza. Tören boyunca sadece filmler değil, özgürlük talebi de ayakta alkışlandı.

YILMAZ GÜNEY MÜZESİ AÇILACAK

Altın Koza, bir kez daha gösterdi ki; sinema sadece sanat değil, bir toplumsal bellek, bir yüzleşme alanı. Festivalin yürütme kurulu başkanı Menderes Samancılar’ın sözleriyle söyleyelim: “Yılmaz Güney Müzesi açılacak.” Yani sinemanın sadece perdeyle sınırlı kalmadığı, aynı zamanda bir kültür, bir tarih, bir hatırlama biçimi olduğu bir Adana’da yaşamaya devam edeceğiz.

Bir yıl içinde üç büyük festivalde aynı filmlerin yarışması gibi yapısal sorunlar hâlâ gündemde elbette. Ama belki de en çok ihtiyacımız olan şey, bu “aynı” filmlerin her defasında başka bir gözle izlenmesi, başka yankılar uyandırması. Ve her festivalin kendi hikayesini yazması.

Bu yıl Altın Koza, sadece filmleri değil, bir kenti, bir halkı, bir yokluğu, bir umudu ödüllendirdi.

Ve evet, o da bir şey değil mi?