Eleştiri, kavramları doğru kullanmayı, dengeli olmayı ve adaletle hükmetmeyi gerektirir. Aksi durumda adına siz her ne derseniz deyin ortaya çıkacak olan şey eleştiri değil olsa olsa bir küfürnamedir.
Şöyle bir soru aldım:
"Tenkit (eleştiri) ile hakaret veya sövmenin ayrımını nasıl yapıyorsunuz?"
Kavramlara yüklediğimiz anlamlar, o kavramlarla kurduğumuz kültürel veya duygusal ilişkilerle de şekillenir. Bir kelime zamanla kabuk değiştirebilir, kimi zaman yumuşar kimi zaman sertleşir. Kimi zaman anlam kaymasına uğrar kimi zaman mecaz yoluyla da yeni yeni anlamlar yüklenir.
İşte “Tenkit” de böyle bir kelime...
Arapça kökenine göre tenkit, "nakada" fiilinden gelir, “parayı muayene etmek, sahte olanı ayıklamak” anlamındadır. Bu haliyle, “tenkit” bir “ayıklama” işlemidir.
Fakat "tenkit" Arapça kökenine dair kabul gören bir başka yoruma göre de "gagaladı", "iğneledi", "söz dokundurdu” gibi anlamlara gelir. Yani tenkitin içinden hem "akıl" hem de "iğne" çıkabilir... Sahi siz iğnesiz konuşamıyor musunuz?
Adına bugün bizim “eleştiri” dediğimiz şey ise Yunanca "kritikos" kelimesine karşılık üretilir: “Ayırt etme, hüküm verme, ölçüt koyma.” Kökü, seçme, ayıklama, ayrıştırma anlamlarında “ele-“ fiilidir.
“Eleştiri”, bir fikri açmak ister; “tenkit” ise kimi zaman kapatır. Günümüzde aşırı eleştiriye "gömmek" de deniliyor. Muhatabınızı öyle bir tenkit ediyorsunuz ki adeta yerin dibine geçiyor, "ölüm gibi bir şey yaşıyor" ama ölmüyor, gömülüyor...
O halde eleştiri, tenkit, kritik ya da hakaret veya sövgü... Aradaki fark, hem niyette hem de yöntemde gizli.
Bir söz, muhatabını yaralamak, iğnelemek, "gömmek" için söyleniyorsa o artık eleştiriden fazlasıdır ama bir düşünceyi berraklaştırmak için söyleniyorsa, o söze en sert haliyle dahi hakaret niyeti isnat edilemez...
"Ameller niyetlere göredir" denilmiştir.
* * *
Bana gelen sorunun yukarıda alıntıladığım kısmını bu şekilde yanıtladıktan sonra sorunun tamamını da aktaralım ki "niyet" konusuna geçelim.
Sorunun tamamı şu şekilde:
"Tenkit (eleştiri) ile hakaret veya sövmenin ayrımını nasıl yapıyorsunuz? Kemalizm veya kurucusunu eleştirmek hakkımız var mıdır? Varsa eleştiri nasıl yapılır? Bir kimseyi eleştirilmez kabul ederseniz onu ilahlaştırırsınız. Özgür düşünceye yapılmış en büyük haksızlıktır."
"Niyet" yine Arapça kökenlidir ve "plan, tasarı" anlamına gelir.
Eleştiri, tenkit, kritik, münazara, muhakeme veya münakaşa, adına her ne derseniz deyin bu işlerde niyet ve yöntem esastır. Herkesin her şeyi eleştirme hakkı vardır ve hatta bu hakkı kullanmak konusunda Türkiye'de işin suyu da fazlasıyla çıkarılmış durumdadır.
Eleştiri nasıl yapılır?
Eleştiri, “haklı çıkmak” için değil, “doğruyu bulmak” için yapılır. Hakaret veya kötü üslup da bir niyet göstergesidir. Düşmanca bir kötü niyete eklenmiş cehalet ve kibir ise eleştiri değildir.
Üstelik Mustafa Kemal Atatürk "eleştirilmez" değildir. Reşit Galip'in Atatürk'ün yüzüne yüzüne nasıl başkaldırdığı Kazım Özalp'in "Atatürk'ten Anılar" kitabından okunabilir.
Yobazların diline doladığı "Atatürk'ü Koruma Kanunu" olarak bilinen 5816 sayılı kanun da Atatürk yaşarken değil, Demokrat Parti döneminde Adnan Menderes tarafından çıkarılır.
Kuranı Kerim'de, "Allah emanetleri sahiplerine teslim etmenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emretmektedir" denilmiştir.
Adalet, "denge" ve "hak gözetmek" demektir.
Sabah akşam Cumhuriyet'e, Atatürk'e, annesine, ailesine ve geri kalan her şeye en galiz küfürleri savurup sonra da kalkıp "eleştiri" ile "sövgü" arasında farka dair "özgür düşünce" gibi yakışıklı kavramlarla tevil çabasına düşmek en basit tabirle söylemek gerekirse bu çabaya girişen kişiyi küçük düşürür.
* * *
Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu şöyle soruyor:
"Niçin? Niçin hemen hemen hiçbir matematiksel gök teorisi bulunmayan Çinli astronomlar güneş lekesi, yıldız patlaması gibi gök olaylarını görebiliyordu da, olağanüstü hendesi modeller oluşturan, bunun için onlarca rasat aleti icat eden Batı medeniyetleri camiasına mensup astronomlar göremiyordu?"
Çin İmparatorluğu kayıtlarına göre Çinli astronomlar, M.Ö. 28'de ilk kez "güneş lekesi" gözlemledi. M.Ö 352 ile M.S. 1604 yılları arasında 75 tane nova ve süpernova denilen yıldız patlaması kaydedildi.
Fakat Çin'den daha üst seviyede gök gözlemi yapan Batı medeniyetlerinde bu tür kayıtlar bulunmaz. Peki ama neden?
Prof. Fazlıoğlu, "kavramına sahip olunmayan şey görülemez" diyerek şu yanıtı veriyor:
"Batılı astronomlar güneş lekesi ve yıldız patlamalarını göremiyorlardı çünkü sahip oldukları kavram örgüsü onlara ay-küresinin üstünün kusursuz, ilahi, dolayısıyla mükemmel olduğunu söylüyordu. Mükemmel olan bir yerde 'leke' gibi eksiklik, 'patlama' gibi bozulma ifade eden bir oluşumun, nova ve süpernova gibi 'yeni' bir şeyin oluşması mümkün değildi."
Hal böyleyken, benzer biçimde cumhuriyet öncesini kusursuz, ilahi, dolayısıyla kamil ve mükemmel bir devlet olarak romantize edip Atatürk ve silah arkadaşlarının öncülüğünde gerçekleşen Türk Devrimini ise "kökü dışarda bir bozulma" olarak gören bir anlayış nasıl olup da adaletle hüküm verecek?
Rus İmparatoru I. Nikolay, Osmanlı İmparatorluğu için "hasta adam" tabirini kullandığında yıl 1853'tü... Değil Atatürk; Enver, Talat, Cemal üçlüsünün en yaşlısı olan Cemal Paşa dahi henüz dünyaya gelmemişti. Mahmut Şevket Paşa'nın doğmasına dahi henüz üç yıl vardı...
Eleştiri, kavramları doğru kullanmayı, dengeli olmayı ve adaletle hükmetmeyi gerektirir. Aksi durumda adına siz her ne derseniz deyin ortaya çıkacak olan şey eleştiri değil olsa olsa bir küfürnamedir.
Küfür de Arapçadır, "örtmek" ve "gizlemek" anlamlarına gelir.
"İnsaf dinin yarısıdır" denilmiştir.
İnsafı olmayanın eleştirisinden ya da insanlığından ne beklenir?
Sinan Acıoğlu
babaocagi.com