Ayvalık, dün bir kez daha sinemayla nefes aldı. Seyir Derneği’nin Ayvalık Belediyesi iş birliğiyle düzenlediği Ayvalık Uluslararası Film Festivali, dördüncü yılında kapılarını açtı. Açılış gecesinde Joachim Trier’in merakla beklenen filmi Manevi Değer / Sentimental Value Türkiye’de ilk kez seyirciyle buluşurken, festival direktörü Azize Tan’ın sözleri gecenin en çok akılda kalan cümlesi oldu:

“Ayvalık artık sadece Ayvalık’ın değil, Türkiye’nin festivali.”

Ve bu sözün altını doldurmak hiç de zor değil.

Y1-62

Azize Tan

Ayvalık, doğasıyla, sokaklarının huzurlu ama bir o kadar da canlı dokusuyla sinemaya gerçekten yakışan bir şehir. Tarihi taş evleri, denize açılan dar sokakları ve kendine has ışığıyla Ayvalık, sinemanın ruhunu taşıyan bir mekân. Festivalin dört yılda böylesine hızlı kök salmasının en önemli nedeni belki de bu uyum: Sinemanın hikâye anlatma gücü, Ayvalık’ın kendi hikâyesiyle birleşiyor.

Açılış filmi bu uyuma çok yakıştı. Ben Joachim Trier’in 2021’deki Dünyanın En Kötü İnsanına hayran kalmıştım. O filmde hayatın küçük anlarını, aşkın kırılganlığını ve modern insanın yönsüzlüğünü öyle samimi, öyle incelikle anlatıyordu ki, izleyiciye tatlı bir hafiflik de bırakıyordu. Manevi Değer ise bambaşka bir yerde duruyor. Bu kez aile bağlarının sancılarına, özellikle baba-kız ilişkisine eğiliyor. Geçmişle hesaplaşmak, affetmenin zorluğu, kuşaklar arası kırılmalar… Trier bu ağır meseleleri çok sahici bir dille anlatıyor. İzlemesi kolay değil, zaman zaman insanı yoran, kalbinin üzerine ağırlık bırakan bir film. Ama tam da bu yüzden kıymetli. Trier, insan ruhunun karanlık köşelerine dürüstlükle bakmaktan çekinmiyor. Ayvalık’ta bu filmle festivalin açılması, bana sinemanın asıl işlevini hatırlattı: zor sorular sormak, kolay yanıtlar sunmamak.

Bu yıl festivalde 65 film, tematik bölümler altında seyirciyle buluşuyor. “Kimin Hikâyesi”, “İki Film Birden”, “Kadın Olmak”, “Anısına: David Lynch” gibi başlıklar hem çeşitliliği hem de derinliği işaret ediyor. Dünya festivallerinden yeni çıkan filmlerin Türkiye’deki ilk gösterimlerinin Ayvalık’ta yapılması ise festivalin uluslararası alandaki saygınlığının giderek arttığını kanıtlıyor.

Festivalin bir diğer önemli boyutu da gençlere açtığı alan. Genç Sinema Programı sayesinde öğrenciler, sabahları atölyelerde sektör profesyonelleriyle bir araya geliyor, gün içinde festivalin parçası oluyorlar. Bu yıl Uluslararası Rotterdam Film Festivali Pro Başkanı Marten Rabarts’ın katılımıyla program daha da güçlendi. Sinemayı yalnızca tüketen değil, üreten gençlere yatırım yapan bir festivalin, Türkiye’deki kültür hayatına uzun vadeli bir katkı sunduğunu şimdiden söylemek mümkün.

Y2-7

Gizem Ertürk

Diageo Türkiye’nin katkılarıyla bu yıl dördüncü kez verilen “Yeni Bir …” Ödülü, yönetmenden oyuncuya, senaristten kurgucuya, kamera arkası ya da önünde görev alan ve yıl içinde gösterdiği başarılarla öne çıkan genç bir sinemacıya sunuluyor. Ödülün bu yılki sahibi, “Ölü Mevsim” filmiyle Doğuş Algün oldu. Seçici kurulda oyuncu Serra Yılmaz, sanatçı Nermin Er, yönetmen ve senarist Tolga Karaçelik, kurgucu Ayris Alptekin ve sinema yazarı Hasan Nadir Derin yer aldı.

Ayvalık aynı zamanda bir buluşma noktası. Türk sinemasının önemli yönetmenlerinden Pelin Esmer, Gürcan Keltek, Tolga Karaçelik son filmleriyle burada. Oyuncular, yapımcılar, genç sinemacılar ve izleyiciler arasında kurulan bu temas, festivalin esas büyüsünü yaratıyor. Kentin kahve kokan sokaklarından Küçük Han’daki video yerleştirmelere, Büyük Park Amfitiyatro’dan sinema salonlarına kadar Ayvalık bu günlerde adeta büyük bir açık hava sahnesine dönüşüyor.

Ayvalık Uluslararası Film Festivali, kısa sürede yalnızca bir kültür etkinliği olmanın ötesine geçti. Ayvalık’ın gündelik hayatını dönüştüren, sinemayla şehri daha da iç içe kılan bir kimlik kazandı. Bu yüzden Azize Tan’ın sözleri sadece bir temenni değil, bir gerçeğin ifadesi:
Ayvalık artık Türkiye’nin festivali.