Bir şehir vardır, iki ayrı hikâye anlatır. Aynı köprüden geçersin ama iki farklı hayata dokunursun. İstanbul böyle bir yer işte: Bir yüzünde ışıltı, diğer yüzünde karanlığı saklayan kadim bir ikilem. Tam da bu kırılma hattında duran bir filmle karşı karşıyayız: Yan Yana.
Feyyaz Yiğit’i yıllar önce Disko Kralı’nda ilk gördüğümde, üzerimize çöken televizyon mizahının tekdüzeliğini bir anda delen bir enerji hissetmiştim. Okan Bayülgen’in sataşmalarına verdiği, sakinliğin içindeki keskin zekâ… Ve o meşhur Lost tiradı: “Lost öyle böyle bozulmadı; fena bozdu.”
Hem popüler kültüre bir taş, hem mizahın nereden doğduğunu bilenlere selam. Programın yaratıcı ekibi Aziz Kedi, Enes Akkan ve Feyyaz Yiğit’li Disko Kralı, bugün hâlâ televizyon tarihinin en özgün yayınları arasında yer alır. Sonradan anladık Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi için asıl yolculuk daha yeni başlıyormuş.
Daha adını duyar duymaz yüzümüzde bir tebessüm oluşturan Ali Atay’ın yönetmenliğindeki Ölümlü Dünya, Feyyaz Yiğit’in karakterinin dövülmesi ve solun kendi içindeki fraksiyonlara bölünmesi hicveden sahneleri hafızalarda yer etti. Ret Kit izleyerek büyüyen kuşaklar için “Daltonlar”ı günümüze taşıyan ve ince mizahla harmanlayan sahneleri hâlâ akıllarda.
Mizahının, sokakla edebiyat, popüler kültürle derinlik, gündelik hayatla absürd olan arasında gidip gelen bir yerlerde kurulduğunu gösteriyordu. Ardından sessiz sedasız Gibi girdi hayatımıza. üç kişinin sıradan gününden, bir kuşağın mizah dilini baştan aşağı değiştiren bir dünya yarattılar. Üç ev arkadaşının gündelik yaşamı üzerinden kurulan mizah, aslında hepimizin hayatındaki sıradan anların ne kadar komik olabileceğini gösterdi tabii onların incelikli mizah anlayışı sayesinde.
Bu başarıya rağmen Feyyaz Yiğit’in şöhretle kurduğu ilişki ilginçtir: Bir magazin figürüne dönüşmekten ustalıkla kaçan, hikâyeleri kamera önünde anlatan ama kamera arkasında kalmayı tercih eden bir tavır. Kısa sürede büyük bir üne kavuşmasına rağmen, kendinden önceki kuşaktaki bazı isimler gibi pahalı arabalara binip her gece bir kulüpte bir mankenle görüntülenmedi; magazinden daima uzak durdu. Kendini anlattığı karakterlerin bir parçası olarak gördü, bir ayrıcalık yaratmadı. Bugünün tüketen şöhret anlayışında bu tavırla kendine özgü bir duruş yarattı. Ve şimdi, Haluk Bilginer’le yan yana geldiği bu filmde, o duruşun sinemadaki yankısını izliyoruz.
Yan Yana, İstanbul’u dekor olarak kullanmıyor; İstanbul’un çatlağına, fay hattına, yarılıp ikiye ayrılan ruhuna bakıyor.
Bir tarafta gökdelenlerin tepesinde kurulan yalnızlık var. Sanki ışık yükseldikçe insan kararıyor.
Diğer tarafta hayatın dar sokaklarda büyüyen kalabalığı: yoksulluğun ağırlığını taşıyan ama kahkaha bulmayı da ihmal etmeyen o insanlar. Feyyaz Yiğit’in Roman Ferruh’u, yoksulluğun ortasında mizahı bir sığınak gibi kullanıyor. Her repliği yalnızca gülümsetmekle kalmıyor; sınıf farklarını, hayatta kalma çabasını ve ruhun kırılganlığını gösteriyor. Okan Bayülgen’in programında ilk kez hissettiğim o enerji, bugün Roman Ferruh karakterinde çok daha olgun bir hâlde karşımıza çıkıyor. Aziz Kedi ile kurdukları ortak mizah dili ise karakterin hem trajik hem komik tarafını ustaca harmanlıyor.
Haluk Bilginer’in canlandırdığı felçli karakter, sessiz ama çarpıcı bir güçle zenginliğin yalnızlığını gösteriyor. Yönetmen Mert Baykal, iki karakterin yan yana gelişini bir metafora dönüştürüyor: İstanbul’un iki ayrı yüzü zenginlik ve yoksulluk, ihtişam ve sessizlik, aynı çerçevenin içinde birbirine dokunuyor. Her sahne bir sosyolojik gözlem, her bakış bir felsefi çıkarım niteliği taşıyor.
Haluk Bilginer’in canlandırdığı felçli, zengin adam ise filmin sessiz çığlığı. Paranın yalnızlaştırdığı, etrafı insanlarla dolu olsa da ruhu ıssızlaşmış bir figür. Mert Baykal’ın kamerası iki karakteri yalnızca yan yana getirmiyor; iki dünyanın zorunlu temasına tanıklık ediyor. Bazen bir şehir, iki insan üzerinden kendini anlatır işte.
ZEKADAN DOĞAN MİZAHIN SİNEMADAKİ MÜCEVHERİ
Zeki Demirkubuz’un Feyyaz Yiğit için söylediği “farklı bir yetenek” vurgusu boşuna değil.
Onun mizahı, yüksek sesle gülmekten çok, gülüşün altındaki yarayı fark edenlere sesleniyor. Bugün sinemada büyük gişe yapan birçok komedinin ortak yanını biliyoruz: Küfür, bağırış, hızlı tüketilen espriler ve derinliği olmayan kolay kahkaha. Yan Yana bütün bunlara karşı duruyor. Sınıfsal çelişkileri mizahın kaynağına yerleştiriyor.
İnsanın karanlık bölgelerine gülümseyerek dokunuyor. Ve en önemlisi, mizahı “hafiflik” değil, “ağırlık taşıma biçimi” olarak ele alıyor.
Son Söz: "Soyut Dışavurumcu Bir Dostluğun Anatomisi Veyahut Yan Yana " 2011 yapımı Fransız filmi Intouchables / Can Dostum’dan uyarlanan başarılı bir gişe filmi. “Yan Yana” Mizahın insanlığın çatlaktan sızan ışığı olabildiğini hatırlatan bir film. Belki de film bize şunu söylüyor: İki dünya, bir şehir, Ve yan yana durmanın mucizesi.