Milli Eğitim’den YÖK’e, Halk Eğitim Merkezlerinden vakıf üniversitelerine kadar uzanan sahte belge düzeni Türkiye'nin eğitim sistemini çökertiyor. Eğitim uzmanı Ali Taştan uyarıyor: "Siyasi iktidar bu çürümeye göz yumarsa, gelecek kuşakların sınav sistemine güveni kalmayacak."

İçinde bulunduğumuz günlerde bu sahte diploma meselesi çok konuşulacak. Nasıl bir rezilliğin içinde olduğumuzu anlamak için filmi biraz geriye sarmak gerekiyor.

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'ya, sahte diploma ile atanmış kaç öğretmen olduğu soruluyor. Sayın Bakan, 50-60 civarında öğretmenin sahte diploma ile atandığını, 1999 yılından itibaren atanan tüm öğretmenlerin diplomalarının incelendiğini ifade ediyor. Ancak sonuçlarla ilgili herhangi bir açıklama yapılmıyor.

İstanbul’da sahte diploma ile 24 yıl öğretmenlik yapan bir kişi tespit ediliyor. Bunlar, o dönemde kamuoyunun baskısıyla açığa çıkan örnekler.

Peki ya tespit edilemeyenler?

Yaşananlar şaka gibi… Parayı bastıran, öğretmen olarak atanıyor.

Akademide sahte diploma meselesi, tüm eğitim kamuoyu tarafından bilinen bir konu. Sahte diploma alanlar, yabancı dil bilmeden sınavdan 90 ve üzeri puan alanlar… Özellikle ALES ve yabancı dil sınavına girip çok düşük puan aldıktan hemen sonra ikinci sınavda rekor puanlarla doktora sınavlarını kazananlar…

Özellikle akademi ve bürokraside, bu kişilerin kimler olduğu yakın çevreleri tarafından biliniyor. Dil bilmeyen ama kısa sürede doktorasını tamamlayan bürokratlar ya da üniversitelere kapağı atmış akademisyenler…

Bu kişilerin tamamının derinlemesine incelenmesi; doktor, doçent, profesör unvanını aldıktan sonra ne ürettiklerinin kontrol edilmesi; yeterliliklerinin ölçülmesi gerekiyor.

2024 yılı verilerine göre, ülke genelinde toplam 184.013 akademik kadro bulunuyor. Siyasi iktidar bu sayının 2002’den bugüne nasıl arttığını her fırsatta dile getiriyor. Ancak bu kadroların bir kısmının bu diplomalara nasıl sahip olduğu sorgulanmıyor.

Öğretmenleri uzman ve başöğretmen sınavına alan zihniyet, akademisyenlere “Bu yıl ne ürettiniz?” diye sormuyor.

Elbette çalışan, üreten tüm akademisyenlerimizi bu eleştiriden ayrı tutmak gerekiyor. Ancak akademinin özellikle son 15 yılda sınıfta kaldığını herkes biliyor.

Akademik

Sahte diploma, sınav sorularını çalma gibi yöntemler Fetullahçı Terör Örgütü'nden miras kalan bir yapıydı. Ancak bu yapıların günümüze uzanan kolları neden hâlâ incelenmiyor?

Milli Eğitim Bakanı neden çıkıp konuşmuyor?

YÖK Başkanı Sayın Erol Özvar, kamuoyunun aklıyla alay edercesine “Bazı yasal düzenlemelere ihtiyaç var” diyor. Sayın Özvar, 23 yıldır bu ülkeyi hangi siyasi parti yönetiyor? Eğitim, Öğretim Dairesi Başkanınızın elektronik imzası kopyalanmış ve kendisinin haberi yokmuş… Eeee, biz de buna inanalım, öyle mi?

Bunun yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Halk Eğitim Merkezleri’nden (HEM) ve Mesleki Eğitim Merkezleri’nden (MESEM) verilmiş kalfalık, usta öğreticilik ya da diğer belgelerin bir kısmının da kurslara katılmadan, sadece kayıt yaptırılarak alındığı eğitim çevrelerinde bilinen bir gerçek.

Tanıdığınız “nüfuzlu” kişiler varsa, her türlü belgeyi size verebilecek bir çark var. Milli Eğitim Bakanlığı bu merkezlerin nasıl çalıştığını da, bu çarkın kimleri nasıl zengin ettiğini de biliyor.

Bu sahte diploma meselesinde uluslararası dil sınavlarının da incelenmesi gerekiyor. Şu sorular yanıtlanmadan bu iş aydınlanmaz:

Uluslararası geçerliliği olan dil sınavlarına kimler girdi?

ÖSYM’nin sınavlarını geçemeyip uluslararası sınavlardan yüksek puan alanlar kimler?

Bu yüksek puanlarla hangi vakıf üniversitelerinden doktora diploması aldılar?

Diyanet’ten bakanlıklara kadar, kaç bürokrat son on yılda aynı üniversiteden doktora diploması aldı?

Bu mesele daha çok su götürür. Siyasi iktidar bu işin sonuna kadar gitmezse, gelecek kuşakların sınav yapan hiçbir kuruma –bugün olduğu gibi– güveni kalmayacak.