Okur kitlesini Talat Paşa'nın ruhuyla korkutmaya çalışması ne kadar sağlıklı bir girişimdir bilinmez ama Ahmet Altan söz konusu olunca insan pek de şaşıramıyor.
Hiçbir insan elbette "iyi insan" olmaya zorlanamaz. Zorla güzellik olamayacağı gibi zorla iyilik de pek mümkün değil, malum...
Araştırmalara göre insan topluluklarının yaklaşık %60-80’i işbirliğine/dayanışmaya yatkın, zarar vermekten kaçınan, fırsat oluştuğunda da "doğru"olanı yapmayı seçen bir profilden oluşuyor...
“Kararlı kötülük eğilimi” ise genel olarak %1-2’den fazla değil. Yani her 100 kişiden en fazla 1-2'si kararlı bir biçimde kötü fiiller organize edebiliyor.
Oranlara bakınca sorun pek ürkütücü görünmese de kitle psikolojisi bizi, "kötülük organize olur, iyilik dağınık durur" tespitiyle uyarıyor.
Bu zararlı %1 içinde sosyopatlar, aşırı narsistler, ideolojik veya başka türden saiklerle radikalleşenler başı çekiyor...
Bu tabloya bizzat kötülük üretmeyen ama "ahlak" konusunda kolaylıkla esneyebilen %15-18'lik bir kaygan profilin varlığını da eklemek lazım: Halk arasında "yağmur nereye tarla oraya" diye tanımlanan menfaatçi, fırsatçı, kurnaz tipolojiyi gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Bu dağılım toplumu anlamak için bir başlangıç kabul edilebilir.
* * *
Oyun Teorisi'ne göre bu dağılımın açıklaması şöyle mümkündür:
İnsanlar, tek seferlik oyunlar söz konusu olduğunda kolaylıkla "çıkarcı" davranabilir fakat tekrarlı oyunlarda (Alışveriş, iş yaşamı, aile, dostluk vb.) işbirliği ve dayanışma baskın olan oyun stratejisidir. Çünkü bu strateji uzun vadede bireysel ve toplumsal kazancı maksimum hale getirir.
Kurnaz tipler şartlar izin verdiği oranda kendi menfaatine çalışır. Kurallar gevşekse, denetim az ya da manipüle edilebiliyorsa veya cezalar caydırıcı değilse kurnaz tipler grup işbirliğini bırakıp hemen çıkarcı stratejiye geçer. Bu türe "Zübüklük" diyebiliriz.
Tekrarlı oyunlar söz konusu olduğunda “kararlı kötülük eğilimi” iki tür sonuç verir:
Oyuncu sayısı çoksa, bu tipler sistemden kısa vadede yüksek kazançlar sağlar. Somutlaştırırsak: Mafya grupları, dolandırıcılar, ağır narsist ya da sosyopatlar, manipülatör dinsel ve politik figürler gibi... Ama bu strateji türü uzun vade söz konusu olduğunda kaybeden stratejidir. Bu profil sürekli yeni taktikler denese de sonuçta bir şekilde fark edilirler veya bunların kriminal tipleri "enselenirler".
"Saf kötülük stratejisi kendi ekosistemini de yok ettiği için büyüyemez" denilir. Kısa vadede çok kazanırlar ama kendilerine duyulan güveni de yok ederler.
* * *
Rivayete göre İstanbul Fatih Medresesi’nin her odasında dört beş öğrenci beraber kalır, geceleri ders çalışmak için yaktıkları mumların parasını da aralarında toplayıp, o haftaki nöbetçiye verirler.
Öğrencilerden biri güya açıkgözdür. Her gece şamdanların dibinde kalan kırıntı mumları toplar, eritir ve bunlardan yeni bir mum yapar, nöbet kendisine geldiği günlerde de parayı cebe indirir. Ama onun mumları, diğer mumlar gibi uzun müddet dayanmaz, erken söner. İşe uyanan diğer öğrenciler, bir gece yatsı namazından sonra yine karanlıkta kalınca, hesap sormaya başlar: “Biz sana para veriyoruz, niye mum almıyorsun?” Açıkgöz eleman, “Aldım işte, ne yapayım mumlar küçülmüş, bu kadar yanıyor" der.
"Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" sözünün kaynağı olarak bu olay anlatılır.
Yalancı, şayet nitelikli bir dolandırıcı değil de Zübük'se mumu erken söner; yalancılık, huyunda başat aktör olunca çoban olursa sürüyü kurtlara kaptırır, gazeteci olsa ortaya Taraf Gazetesi gibi bir şey çıkarır.
* * *
Başladığımız yere dönelim: Hiçbir insan "iyi insan" olmaya zorlanamaz, zorla güzellik olamayacağı gibi bu da oldurulamaz.
Kötü fiiller kimi insan için suç, kimi için etik dışı, kimi için günahtır...
Bazen üçü birden olur, bazen yalnızca biri...
Ateistler için “günah” anlamsız kalan bir kavram olabilir fakat kendilerine yönelecek herhangi bir “etik dışı olmak”ithamını ağır bulabilirler... Keza “etik” kavramını fazla "dünyevi" bulan bir dindar için “günah işlemekten sakınmak” bir yaşam gayesi halini alırken, "etik dışına çıkmak" son derece normal olabilir, dinen "mübah" kabul edilen fiiller gibi...
Daha da somutlaştıralım:
Oruç tutmamak, günah olabilir ama hukuken suç değildir, çoğunlukla etik dışı da sayılmaz. Hırsızlık, hem suçtur, hem etik dışıdır ve bildiğimiz kadarıyla birçok dinde de günahtır.
Yalan haber yaymak bazen suç olarak değerlendirilmese de etik dışıdır, dindar bir insanın da bunu günah olarak telakki etmesini bekleriz.
Peki bir insan fiilleriyle suç, etik ya da günah nedir tanımıyor ama "-mış gibi" yapıyorsa?
* * *
Geçen hafta Ahmet Altan'ın yeni kitabını tanıtmak için katıldığı "Talat Paşa’nın ruhu hala bu ülkede" başlıklı bir Youtube yayınına denk geldim.
Okur kitlesini Talat Paşa'nın ruhuyla korkutmaya çalışması ne kadar sağlıklı bir girişimdir bilinmez ama Ahmet Altan söz konusu olunca insan pek de şaşıramıyor. Kendisini bir tür "hayalet avcısı" olarak konumlandırıyor ama ruhun varlığına da inanmıyor. Ona göre her şey günün sonunda birer metafor, iyilik ve kötülük bile...
Ahmet Altan 1915 yılına kendince bir zaman yolculuğu yapıyor, kötülüğün ete kemiğe bürünmüş halini Talat Paşa suretinde görüyor. Ahmet Bey'in hayal aleminin canı öyle istiyor, hayaletler uyduruyor adına da "edebiyat" diyor. Sanatı hayattan daha gerçek kabul ettiğini de yine söz konusu yayında belirtiyor.
Bugünlerde sanat/edebiyat adına hikaye uyduruyor ama dün "TSK Fatih Camii'ni bombalayacaktı" türü manşetlerle gazetecilik adına uyduruyordu. Kaç masum insanın başını yaktı...
Kötülüğü uzaklarda aramayı bıraksa keşke...
Sinan Acıoğlu
babaocagi.com