Her yıl 29 Ekim sabahı, Türkiye’nin dört bir yanında aynı his yankılanır: bir gurur, bir minnettarlık ve bir borç duygusu. Gökyüzü kırmızı beyaz renklere bürünür, çocukların ellerinde bayraklar, yaşlıların gözlerinde yaşlar, gençlerin yüreğinde kıvılcımlar olur. Çünkü o gün, bir rejimin ilanı değil; bir halkın yeniden doğuşudur.

TARİHİN KARANLIĞINDAN AYDINLIĞA: CUMHURİYET'E GİDEN YOL

Cumhuriyet’in ilanı, bir gecede alınmış bir karar değildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllar süren çözülüşü, I. Dünya Savaşı’nın ağır yenilgisi, işgal altındaki Anadolu’nun feryadı… Hepsi, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının zihninde aynı soruyu doğurdu: “Bu millet kendi kaderini yeniden tayin edemez mi?”

1919’da Samsun’a çıkan bir subay, aslında yalnızca işgale karşı değil, bir zihniyetin zincirlerine karşı da yürüyordu. O zincir, halkın iradesini küçümseyen, yurttaş yerine kul yetiştiren anlayıştı. 1920’de Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi, bu zinciri ilk kez kırdı: Egemenlik artık “kayıtsız şartsız milletindi.”

CUMHURİYET'İN İLANI: BİR DEVRİMİN ZİRVESİ

29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, bir rejim değişikliğinden çok daha fazlasıydı. O gün, yüzyıllardır “tebaa” olan halk “yurttaş” oldu. Bu topraklarda ilk kez bir millet, kendi yöneticisini kendisi seçme hakkına kavuştu.

Atatürk’ün şu sözü, o devrimin özünü anlatır: “Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun idare, Cumhuriyet idaresidir.”

Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil, bir hayaldi: özgür bireylerin yaşadığı, aklın ve bilimin rehber olduğu bir toplum hayali. Kadınların eğitim hakkı kazandığı, halkın hukuk önünde eşit sayıldığı, din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alındığı bir düzenin temeli atıldı.

BİR MİLLETİN AYNASI: HALKIN CUMHURİYET'E TUTUMU

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Anadolu’nun köylerinde okuma yazma oranı yüzde 10’un altındaydı. Ancak halk, “okul”, “kitap”, “öğretmen” kelimelerinin sihrini kısa sürede kavradı. Millet Mektepleri, Halkevleri, köy enstitüleri… Hepsi, Cumhuriyet’in halkla kurduğu en güçlü bağ oldu.

Halk, Cumhuriyet’i yalnızca bir yönetim biçimi olarak değil, bir umut olarak sahiplendi. Kadınlar ilk kez sandığa gittiğinde, bir toplumun yarısı yüzyıllar sonra ilk kez sesini duyurdu.

Zamanla, Cumhuriyet’in değerleri sınandı; darbelerle, yasaklarla, kutuplaşmalarla zor günler yaşandı. Fakat ne zaman Cumhuriyet’in ışığı sönmeye yaklaşsa, halkın vicdanı o ışığı yeniden yaktı. Her 29 Ekim’de milyonların meydanlarda toplanması, sessiz bir haykırış gibidir: “Biz buradayız. Cumhuriyet hâlâ bizimdir.”

BUGÜNÜN TÜRKİYE'SİNDE CUMHURİYET'İ ANLAMAK

Bugün 102 yaşına giren Cumhuriyet, genç bir devletten olgun bir demokrasiye evrilme çabası içindedir. Bu süreçte en çok ihtiyaç duyulan şey, Atatürk’ün öngördüğü o “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesildir. Çünkü Cumhuriyet yalnızca geçmişte yaşatılacak bir miras değil, geleceğe taşınması gereken bir emanettir.

Günümüzde kimi zaman bu değerler tartışmaya açılıyor, kimi zaman unutturulmaya çalışılıyor. Ama Cumhuriyet’in ruhu, yalnızca anma törenlerinde değil; her sabah işe giderken, her okulda ders başlarken, her adalet arayışında yaşıyor. Cumhuriyet, bir fikir olarak hepimizin içindedir.

CUMHURİYET KADINLARI VE GENÇLİĞİ

Cumhuriyet’in en sessiz ama en güçlü kahramanları, kadınlardı. Onlar, cephane taşırken de, öğretmen kürsüsüne çıkarken de aynı cümleyi fısıldadılar: “Biz varız.”

Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındığında dünya hâlâ bu fikre hazır değildi; ama Türkiye hazırdı. Çünkü Cumhuriyet’in temelinde, insanın onuruna duyulan saygı vardı.

Bugün gençler, belki eskisi kadar “resmî törenlerle” değil, ama kendi yollarıyla Cumhuriyet’i kutluyor: sosyal medyada, sanatta, bilimde, sokakta. Her birinin içinde aynı ses yankılanıyor: “Bize bırakılan bu mirasın hakkını vereceğiz.”

CUMHURİYET'İN VİCDANI HALKTIR

Atatürk, 29 Ekim 1933’te gençliğe şöyle seslenmişti: “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”

O vasiyet, yalnızca gençlere değil, bu ülkenin her yurttaşına söylenmiş bir sözdür. Çünkü Cumhuriyet, bir kişinin değil, bir milletin eseridir. Cumhuriyet Bayramı, yalnızca geçmişe duyulan bir özlem değil; geleceğe verilen bir sözdür.

Bugün o sözü bir kez daha yineliyoruz:
Biz, Cumhuriyet’in çocuklarıyız.
Onu koruyacak, büyütecek ve sonsuza dek yaşatacağız.

ANITKABİR, ATAMIZIN EVİ, MİLLETİN KALBİ

Cumhuriyetimizin 102. yılına yakışır bir coşkuyla, bu yıl da binlerce yurttaş Anıtkabir’e aktı. Ben de o sabah, İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıkarken yalnızca bir anma törenine değil; bir milletin vicdanına gitmekte olduğumu biliyordum.

Sözcü Gazetesi’nin de belirttiği gibi, “Anıtkabir, aynı zamanda Büyük Önder’in manevi şahsiyetinde bu toprakları kan döküp can vererek vatan yapan Kuvay-ı Milliye kahramanlarımız ile on binlerce aziz şehit ve gazimize milletçe şükran ve minnet duygularımızı sunduğumuz saygı mekanıdır.”

O sabah, Anıtkabir’in avlusuna adım attığımda, o sözlerin anlamını yüreğimde hissettim. Gençler, Gençliğe Hitabe’yi yüksek sesle, gür bir yürekle okuyordu. Her cümlesi, Anıtkabir’in taş duvarlarından yankılanıyor; “Türk genci”nin hâlâ dimdik ayakta olduğunu haykırıyordu. O an, bir umut gördüm. Gözlerim doldu, kalbim gururla doldu. Çünkü o anda Anıtkabir yalnızca Atamızın evi değildi; milletin kalbinin attığı yerdi. Bir ülkenin minneti, saygısı ve sevgisi, sessizce orada vücut buluyordu.

Ne yazık ki her yıl olduğu gibi, bu yıl da sabahki resmi törende Anıtkabir bir süre halka kapatıldı. O sırada, bir grup partili “Her yer Tayyip, her yer Erdoğan” sloganları attı. Oysa orası, bir siyasi alan değil, bir ulusun ortak eviydi. O sloganlar sustuğunda, Anıtkabir yeniden halkın sesini duydu. On binlerce yurttaş, sessiz bir kararlılıkla Ata’sının huzuruna çıktı. O kalabalık arasında yankılanan tek cümle şuydu: “Ne yaparlarsa yapsınlar, kalbimizden bu sevgiyi silemezler.”

Ve gerçekten silemezler. Çünkü bu sevgi, ne bir ideolojinin ne de bir partinin tekelindedir. Bu sevgi, Cumhuriyetle doğan her kalbin ortak atışıdır. Atatürk’ü unutturmaya çalışanlar olabilir; ancak unutturamayacaklar. Zira bu millet, unutturulmaya çalışıldıkça, onu daha çok hatırlıyor.

Ey Atam!
Biz, senin çocukların olarak, seni unutturmaya çalışanlara karşı dimdik duracağız.
Senin “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin burada, senin evindeyiz.
Anıtkabir yalnızca senin ebedi istirahatgahın değil, bu milletin direncinin, umudunun ve geleceğinin
simgesidir.
Ve o umut, her Cumhuriyet Bayramı’nda yeniden doğuyor.
Çünkü Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil; bir karakter meselesidir.