BirGün’den Sarya Toprak’ın haberine göre, saray rejimi baskıyla, zorla tüm toplumu baskı altına almaya çalışırken muhalefeti yok etme hamlelerinde de vites artıyor. CHP’nin İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ve İl Yönetimi’nin görevden alınması halk tepkisini büyütürken iktidarın sandıksız, seçimsiz bir ülke hayali bir kez daha gözler önüne serildi. 2017'deki referandumdan itibaren gündemde olan mühürsüz oylar ve seçimdeki şaibeler sandığa olan güveni azaltıyor fakat iktidar artık şaibeyle de kazanamayacağının farkında.

2017 Anayasa Referandumu Türkiye’nin siyasal tarihindeki en kritik dönemeçlerden biri oldu. Bu referandumla tek adam rejimi kurumsallaştı. Referanduma ise mühürsüz oylar damga vurdu. Kadınların, gençlerin, emekçilerin “hayır” cephesinin karşısında iktidar cenahı “zorla, şaibeyle” referandumu kazansa da milyonlar rejime karşı mücadele etmeyi sürdürdü.

2017’den beri seçim güvenliği meselesi ise büyük bir tartışma konusu. Toplumda sandığa güvensizlik hakimken muhalefetin bazı kesimlerinde tek değişim umudu olarak “sandığı” işaret eden bir yaklaşım varlığını koruyor. 2018’de Uluslararası hakemli bir dergi olan PLOS ONE’da yayınlanan “Forensic analysis of Turkish elections in 2017–2018 (Türk seçimlerinin adli analizi)” başlıklı makale bu tartışmalara güçlü bir katkı sunmuştu.

EVET OYLARI ŞİŞİRİLDİ

Çalışma, 2017 referandumu ve 2018 Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde sandık düzeyinde yaptığı incelemelerle seçimlere gölge düşüren istatistiksel anormallikleri gözler önüne serdi. Viyana Tıp Üniversitesi, Complexity Science Hub Vienna, Universidad Carlos III de Madrid ve Santa Fe Institute gibi kurumlardan araştırmacıların ortak imzasını taşıyan makale, “election forensics” olarak bilinen seçim adli analiz yöntemlerini kullandı.

Amaç, oy sayımında birden fazla oy pusulası kullanımı (ballot stuffing ) ve seçmenlerin baskı ve korkutma yoluyla yönlendirilmesi (voter rigging) gibi usulsüzlüklerin izini sürmekti. Araştırma çarpıcı sonuçlar doğurdu. Sandıkların yaklaşık %11’inde olağandışı örüntüler tespit edildi. İstatistiksel olarak bu bulgular, “4 sigma” düzeyinde yani tesadüfen ortaya çıkma ihtimali milyonda birler ifade edilecek kadar düşük. Daha somut bir ifadeyle oy kullanma oranı ile “evet” oyları arasındaki ilişki, doğal seçim davranışını açıklamayacak ölçüde şişmişti. Küçük seçmenli sandıklarda yüksek katılım ile yüksek “evet” oranının aynı anda görülmesi, birden fazla oy pusulası kullanımının tipik bir göstergesi olarak kayda geçti.

HALK DESTEĞİNDEN YOKSUNLAR

CHP Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut'tan YSK kararına tepki!
CHP Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut'tan YSK kararına tepki!
İçeriği Görüntüle

Çalışmanın en kritik çarpıcı noktalarından biri bu anomalilerin veriden ayıklanmasıyla elde edilen simülasyon oldu. Buna göre, olağandışı sandık sonuçları çıkarıldığında referandumun genel dengesi “evet”ten “hayır”a döndü. Başka bir deyişle, 2017’den beri ülkede süren hukuksuzluklar, tüm yetkiyi elinde toplayan tek adam rejimi ve anayasa değişiklikleri halk desteğinden yoksun.

Öte yandan çalışmaya göre seçimlerdeki usulsüzlük 2017 ile sınırlı kalmadı. Araştırmacılar, 2018’deki Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde de benzer anormallikler tespit etti. Bulgular, yön ve büyüklük bakımından 2017’deki düzensizliklerle büyük ölçüde örtüştü. Bu süreklilik, usulsüzlüklerin tesadüfi değil, sistematik olduğunu gözler önüne serdi.

Bu bulgular, Türkiye’de sandığa duyulan “mutlak güven” fikrini sorgulatırken ülkede bir seçim güvenliğinden bahsedilemeyeceğini gösteriyor. Seçimlerin varlığı, dışarıya “demokratik işleyiş” görüntüsü verirken, içeride de muhalefeti “bir dahaki seçimi beklemeye” mahkûm ediyor. Bu, iktidarın ömrünü uzatan bir mekanizma görüyor.

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz siyaset bilimci Kemal Büyükyüksel şu değerlendirmeleri yaptı:

"SANDIK BİR SONUÇTUR"

Türkiye’de dileyelim ki bir yönetim değişikliğinin tek yolu sandık olarak kalsın. Bu kaybedildiği anda demokratik sistemin meşruiyetinin ortadan kalkmasıyla her ihtimale kapı aralanmış olur. Sandığa olan bağlılığı ve halkın sandık yoluyla değişim umudunu anlamsız bulmuyorum. Burada çok kökten bir demokrasi inancı işliyor. Ancak bu demek değil ki halk seçim günü gelene kadar pasif bir şekilde sandığı beklemeli. Çünkü eğer demokratik mücadele her gün ve her an gündelik yaşamın içinde, sokakta, iş yerinde, sosyal yaşamımızda, politik alanda sürmezse, bu toplumsal baskı oluşmazsa, o sandık hiçbir zaman gelemeyebilir. Veya gelir ama geldiği şekliyle anlamlı bir sonuca yol açmaz. Bugün eğer insanlar sandığa inancını korumak istiyorsa sandığı bekleyemezler, çünkü o sandığın gelebilmesi de bugün yapacaklarımıza bağlı. Demokratik sürecin az da olsa işleyebilmesi, oluşturulacak toplumsal baskıya bağlı.

SULTANİSTİK REJİME GEÇİŞ

Türkiye siyasi tarihindeki en belirleyici seçim belki de 2017 referandumudur. Çünkü siyasal sistemi çok derinden değiştirerek 150 yıllık parlamenter deneyimimizi kenara iterek yeniden sultanistik bir mutlakiyetçi rejime geçişin kararının verildiği seçimdi. Bu en kritik seçimde sistematik olarak anomaliler olabileceği, ve bu anomalilerin seçim sonuçlarını etkileyebilecek boyutta olduğunun tespiti, siyasi tarihimizin en büyük kırılma anlarından birinin meşruiyetine gölge düşürür. Türkiye’de usülsüzlükler seçimler tarihi boyunca az veya çok olmuş olabilir. Ancak sonuçları anlamlı biçimde değiştirme gücü olup olmadığı şüphelidir.

Türkiye’nin yönetim biçimini kökünden dönüştüren böyle bir kadersel seçimde sistematik düzeyde anomalilere işaret edilmesi, hem de kanuna aykırı şekilde YSK tarafından mühürsüz oyların kabulüyle bu seçimin yapılmış olması, şüphesiz ki siyasi tarihimizin en şaibeli anlarından biri olarak görülmesine sebep olmuştur. Bu kadar kritik bir seçimde, Türkiye’yi daha da derin bir otoriterleşmeye götüren bu kararda ciddi şaibelerin tartışılması, halkın gelecek hakkının gaspına tekabül eder. Nitekim AKP’ye katılan Serap Yazıcı bile “2017 referandumunda gayrımeşruluk gölgesi vardır” demiştir. Siyasi gücün bu kadar soru işaretleriyle dolu bir şekilde tek elde toplanması da çok partili düzene geçiş sonrası emsalsiz bir durumdur. Bu açıdan, bu yöntemle yapılan bu sistem değişikliği Türkiye siyasi tarihinde kadersel bir kırılma anıdır. Çünkü artık halk iradesinin bile belirleyiciliğini yitirdiği bir an olma ihtimali taşıyor. Ki bu da otoriterleşmenin en kritik safhasıdır.

HALK DEĞİŞİMİ GETİREBİLİR

2017 referandumundan sonra gerçekten güvenli bir seçimden söz edemeyiz. Ama bunu böyle cevaplayınca insanlar sanki umutsuzluğa gömülmeliymiş gibi bir izlenim oluşuyor. Tamamen demokratik olmayan hiçbir sistemde tamamen güvenli bir seçimden bahsetmek mümkün değil. Gerçek dünya bize bir gül bahçesi vaadetmiyor. Ancak bu, zaferlerin elde edilmesine bir engel de değil. Zaferler zaten bu karmaşık realite içerisinde elde edilebiliyor. Baskıcı yönetimler altında tarih boyunca zaferler elde etmiş halkların örnekleri karşımızda duruyor.

İktidarın asimetrik bir baskı gücüne sahip olduğu yerlerde muhalefetin ve halkın kurduğu baskıyla değişim gelebiliyor. Nitekim bir ülkenin demokratikleşebilmesi de bunu yapabilmesine bağlı. Çünkü uzaydan bir kurtarıcı gelip birden şartları düzeltmeyecek. Bunun belki de en iyi örneklerinden biri Şili. Tüm orduya ve devlete hakim olan Pinochet yönetimine karşı bile Şili halkı bütüncül bir demokratik mücadele vererek sonunda sandıkta zafer elde edebildi. Ancak bunun için sandık gününü beklemedi, sürekli aktif bir sivil demokratik mücadele dinamiği işletti. Muhalefetin dayanışması ve halkın aktif katılımıyla siyasal alanda baskı kuruldu. Güvenli olmama riski olan seçimler bu kurulan baskıdan dolayı korunabildi. Yani o güvenliği sağlamak, kurulacak baskıyla doğrudan bağlantılı, çünkü kimse gelip bizler için o güvenliği sağlamayacak.

SADECE SEÇİM GÜNÜNÜ BEKLEYEMEYİZ

Sandığın güvenilirliği daha önce dediğim gibi zaten her zaman tartışmalı, ideal bir demokraside yaşamadığımız sürece. Ki en ideal sayılan reel demokrasilerde bile seçim sonuçları tartışılıyor, en eski demokrasi denilen ABD’de bile siyasi partiler karşılıklı olarak seçim sonuçlarını tartışmaya açıyor. Buradaki mesele sandık yerine başka bir zemine kaymaktan çok demokrasi mücadelesini bütüncül görebilmek. Sandık bunun olmazsa olmazı belki ama demokrasi sadece sandıktan ibaret değil. Hatta sadece sandığa indirgenmiş bir siyasal sistem ne kadar demokratiktir tartışılabilir.

Tarihte sadece oy atıp da demokratikleşebilen bir ülke yoktur. Sandık sonuçtur. Demokrasi mücadeleleri ise sivil örgütlenmelere, aktif siyasal mücadeleye bağlı olmuştur. Demokrasi karşıtı güçlere karşı kolektif dayanışma ile baskı kurup kurmamaya bağlıdır. Muhalefet güçleri ve halk aktif bir şekilde bu baskıyı günlük hayatta kurarsa, örgütlenirse, sokakta, işte, toplumsal yaşamda bu iklimi sürekli dayatırsa, susmazsa, ve bu yolda da bedel ödemeyi göze alırsa, yani iktidar için koşulları baskının maliyetini göze alınamayacak ve aynı şekilde yönetmeyi sürdüremeyecek hale getirirse o iktidar yapısını çatlatır, devleti ve bürokratik yapıyı sarsar ve o sandığı kazanır. Ve bu şekilde o sandığı kazandığında da oylarını attığında gerçekten anlamlı bir değişimin ihtimali doğmuş olur. Evet, Türkiye gerçekten ağır bir otoriterleşme örneği günümüz dünyasında. Ama daha hafif örneklerinde dahi sadece oyları atarak bu iş kazanılmıyor bugün.

Brezilya’ya bakabilir insanlar. Bolsonaro 2022’deki seçimleri bugün başkan olan Lula’ya kaybettikten sonra gitmemek için çırpındı. Bolsonaro destekçileri kışla önlerine gidip darbe çağrısı bile yaptı, nitekim Bolsonaro’nun da iktidarı devretmemek için ordudan bazı gruplarla beraber planlar yaptığı tartışıldı. Seçim yapılırken insanlar demokrasiye sahip çıkmak için sokağa indiler, Lula’ya, demokrasiye ve oylarına sahip çıktılar. Böylece belki de zora girecek bir devir teslimi baskı oluşturarak sağladılar. Yani sadece seçim gününü bekleyip sonra da oylarını atıp televizyonların karşısında sonuçları beklemediler. Demokratik mücadele böyle olmak zorunda. Ya bütüncül bir mücadele olarak anlaşılır ya da elimizde pek bir demokrasi kalmaz.

2017 BUGÜNÜ ŞEKİLLENDİRDİ

2017 referandumunun sonuçları bugün siyaseti hala en derinden şekillendiren temel kırılmalardan biri. Sonuçta bugünkü siyasi yönetim modelimiz o günkü sonuçlara dayanıyor. İktidarın gücü tek elde toplayabilip istediği kararları verebilmesi ve çok keyfi bir şekilde ülkeyi yönetebilmesinin kökeni en çok oraya bağlanıyor. Bu hem ekonomimize hem demokrasimize büyük bir zarar olarak geri döndü. Biz bugün hala 2017 referandumunun gölgesinde bu sıkıntıları çekiyoruz.

Orada yaşanan kırılma bugünkü iktidarın karakterini tümüyle bulduğu andır. 2017 sonrası otoriterleşme kapısı sonuna kadar açıldı. Üstünden 8 yıl geçmesine rağmen ülkede ekonominin de demokrasinin de iyiye gittiği herhangi bir dönem olmadı. 2017 öncesinde en azından iktidarın otoriter karakterini dengede tutan daha kısıtlı bir sistem vardı. 2017 sonrasında bu zincirlerin kırılmasıyla bugünkü tam otoriter rejime doğru savrulduk. Şimdi de ülkemizin kaderinin nereye doğru yöneleceğini konuşuyoruz. Bunların hepsi 2017 referandumuna derinden bağlı. Hatta belki de şöyle denebilir bu referandum hakkındaki şaibeleri de düşününce: Bugünkü tam teşekküllü otoriter rejimin kök günahı (original sin) 2017 referandumudur.