İş insanı Osman Kavala 19 Eylül 2025 itibariyle 2 bin 880 gündür hapiste. Kavala'ya yöneltilen suçlama Gezi Parkı eylemlerini finanse etmek.

1 Kasım’da tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilen Kavala'ya müebbet hapis cezası verildi.

Silivri Marmara Cezaevi'ndeki aydın, gazeteci ve avukatlarla görüşmelerini sürdüren Ülkü Ocakları'nda başkanlık yapmış 'milliyetçi' avukatlardan Afşin Hatipoğlu, Kavala'yı da ziyaret etti. Hatipoğlu, ziyaret sonrasında görüşlerini "12 punto" için kaleme aldı.

Yazısında, Kavala'nın görüş ve değerlendirmelerini aktardı.

Kavala, "Türkiye’ye hukuk hâkim değil. Rejim kendi yazdığı kanun maddelerini uygulamıyor. Gerek benim hakkımda gerekse başka dosyalarda verilen ihlal kararlarını uygulamayan iktidar, bunlar yetmezmiş gibi İmamoğlu ve arkadaşlarını da buraya gönderdi. Şimdi halk bu rejime nasıl güvensin ve bu sürece nasıl destek versin?" ifadelerini aktardı.

V2-11

Av. Afşin Hatipoğlu

İşte Hatipoğlu'nun o yazısı:

Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs, insanı sarsan bir suçlama! Peki kim, neden bir devleti yıkmak ister?

Görüşme odasındaki kişiyi, kıvırcık beyaz saçlarıyla bütün olmuş sakalları, küçük yuvalarından tebessümle bakan renkli gözleri, keten tülünü sol omzundan broşla bağlamış, ışıltılı kitonuyla bir Yunan Senatörü olarak hayal ettim, ‘Aristo’nun dostu' deseniz inanırdım. Türk’ün Rumeli’den çekilmesiyle varlığını İstanbul’a taşımış bir ailenin mensubu olan Osman Kavala, köklerinin aurasını cömertçe çevresine saçıyordu.

Kavala, varlıklı ailesi, birinci sınıf eğitimi, sosyal çevresiyle hiçbirimize değmeden milyar dolarlık bir oligark gibi yaşam sürmeye namzetti.

Medya Radar'a erişim engeli kararında yeni gelişme!
Medya Radar'a erişim engeli kararında yeni gelişme!
İçeriği Görüntüle

Fakat babasının ölümüyle tacir sıfatını yüklenerek iş hayatına girdi.

“Zirveye Sheraton Ankara Hotel’i aldığımızda çıktık.” dese de Turkcell’i hatırlattığımda, “Evet gerçek zirve orasıydı” diyerek başarı çıtasını tashih ediyor. İletişim yayınlarıyla olan ilişkisi, sermaye mücadelesiyle fikir mücadelesinin karşı karşıya kaldığı esaslı bir an olarak beliriyor.

Yayın hayatına girişini izah ederken, işaret ettiği bir isim bana enteresan geldi, “Habermas’tan çok etkilendim” dedi. “Kamusal alan” kavramıyla ön plana çıkan Habermas, sonraki yıllarda Kavala’nın kamusal alanı tehdit ettiği suçlamalarının da müsebbibi sayılır mıydı? Bunu bilemeyiz ama bildiğimiz şu ki Kavala’nın gençlik yıllarında kendisini sosyalist, şimdiki zamanlarda ise solcu olarak tanımlamasıydı. İyi ama ülkemize Liberal Demokrat Parti’yi getiren Besim Tibuk, kendisinden sitayişle bahsedip, neden ismini de sürekli gündemde tutuyor?

“Besim’le Turizm Yatırımcıları Derneği’nde beraberdik, sağ olsun beni en çok hatırlayan iş adamı o oldu” diyor ve ekliyor, “Solcu olsam da iktisadiyat açısından Besim gibi liberal bir bakış açım var.”

Böylesi bir solcunun kayınpederi ise Türk Milliyetçilerinin yüzük taşı isimlerinden Tarık Buğra’ydı. Kavala, “Tarık Bey, çok iyi bir yazar, kendi mahallesine eleştirel bakan, insan merkezli düşünen önemli bir isimdi” diyor.

Hayat cilvesiyle heyecanlı. Osmancık, Küçük Ağa, Firavun İmanı,... kitaplarını okuyarak milliyetçi damarını besleyen ben, Tarık Bey’in, “Anayasal düzeni yıkmaya kastetti” denilerek suçlanan damadıyla cezaevinde mülakat yapıyorum.

Osman Kavala üzerinden süre giden ana akım tartışmalara değinmeden önce, nesnel bir gözle anlamaya zorlandığım bir parantez açmak isterim.

Kavala’nın özgeçmişine baktığınızda, her bir satırına denk düşen bir STK görüyorsunuz. TEMA, Tarih Vakfı, Yurttaşlık Derneği, Açık Toplum Vakfı, Anadolu Kültür ve daha niceleri.

Dünya çapında iş yapan bir tacirin, neredeyse tam zamanlı sivil toplum çalışması yapması şaşırtıcı. Ülkemizdeki kalburüstü zenginlerin aile vakıflarıyla, şarap içtikleri birkaç göstermelik STK dışında uzak kaldıkları bu alanı Osman Kavala yıllarca domine etmiş.

Osman Bey bunu şöyle açıklıyor: “Ben, 99 depreminde bizzat çalıştım. O deprem benim hayatımdaki kırılma noktasıdır. Depremden sonra iş hayatından daha çok sivil topluma yöneldim. En önemli hamlem ise Açık Toplum Vakfı değil, Anadolu Kültür hareketidir. Diyarbakır’da ve Kars’ta sanat merkezleri açtık, birçok toplumsal çalışma yürüttük. Açık Toplum Vakfı, Can Paker’in başkanlığında ilerleyen bir işti ve ben oradaki yönetim kurulu üyelerinden sadece birisiydim. Soros konusu ise magazinleşmiş bir hadisedir. Benim Soros’la hiçbir yakınlığım yoktur.”

Demem o ki Kavala, Gezi olaylarına gelene kadar da birçok toplumsal hadiseyle yakından ilgilenmiş. Hatta bahsettiği bir anekdot dikkate değerdi.

2005 yılında, Kürt Sorunu’nun çözümü için bir grup aydınla dönemin başbakanı Erdoğan ile görüşüyorlar. Görüşme sırasında Erdoğan’a, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleketim” şiirini hatırlatıyor. Erdoğan bu görüşmenin ardından gittiği Diyarbakır gezisinde, Cahit Sıtkı’nın “Memleketim” şiirini okuyor. Son dönemde Bahçeli’nin Öcalan’a Cahit Sıtkı’nın bir şiirini gönderdiği sıkça konuşuldu. Belki Bahçeli de “Memleketim” şiirini tercih etmiştir.

Avukatlık mesleği bize, davaların kamuoyundan sıyrılarak mecrasında akması gerektiğini, ancak algılardan kurtulamadığını gösteriyor. Osman Kavala’nın Gezi’ye nasıl “Bulaştığını” izah için kaleme alınan, Bir Dava Hikâyesi, Osman Kavala’nın Yedi Yılı kitabı da bu tezin bir remzi gibi.

Dosyanın belki de basit ama bence kritik kısımlarından birini buraya derç edeyim. Gezi Parkı ile Osman Kavala’nın ofisinin arası 100 metre. Yani Kavala, yerden gökten biterek bir anda Gezi Parkı’nda doğmuyor. Zaten o bölgede çalışıyor. Gezi olayları kapısının önünde cereyan ediyor. O kadar ki, Kavala eline aldığı kâğıtla Gezi Parkı ile ofisinin arasındaki mesafeyi çizerek bana gösterdi. Ben o ana kadar Kavala’nın, olaylardan önceki günlük hayatının da o bölgede geçtiğini bilmiyordum.

AİHM’in birden fazla ihlal kararı, siyasi tartışmaların hukuki argümanı, iktidarın öcü listesindeki tazeliğiyle Gezi Dosyası, Türkiye’nin gündeminden asla düşmüyor.

Öyle ki gazeteci İsmail Saymaz bile geçtiğimiz bahar aylarında Gezi sebebiyle ev hapsi aldı.

Menajer Ayşe Barım bahsi ise, kendi başına bir hadise.

Bu bağlamda, Can Atalay ve Tayfun Kahraman ile yaptığım cezaevi sohbetini de gelecek günlerde yayınlayacağım. Parantezi kapattığım sırada Kavala şu notu düştü: “Gezi kararı verilene kadar, Şerafettin Elçi’nin cenazesindeki birkaç kare sebebiyle beni PKK ile ilişkilendirerek hapiste tuttular.”

Sohbet sırasında birkaç kez Murat Belge’nin, Avni Özgürel’in, Mithat Sancar’ın adı geçince, “Siz de yetmez ama Evet’çi miydiniz?” diye sordum.

“Ben 2010 Referandumu’nda oy kullanmadım ama adı geçen birçok arkadaşla ‘Temas ve Diyalog’ grubunu kurduk. Kürt Sorunu’nun çözümü için aktif çalıştık” dedi.

Bugün tartıştığımız “Terörsüz Türkiye” projesi hakkında, beni şaşırtan ifadelerin de olduğu fikirlerini ise size doğrudan sunuyorum.

“Türkiye’ye hukuk hâkim değil. Rejim kendi yazdığı kanun maddelerini uygulamıyor. Gerek benim hakkımda gerekse başka dosyalarda verilen ihlal kararlarını uygulamayan iktidar, bunlar yetmezmiş gibi İmamoğlu ve arkadaşlarını da buraya gönderdi. Şimdi halk bu rejime nasıl güvensin ve bu sürece nasıl destek versin?

PKK, silahlı mücadeleyi devam ettiremediğini zaten görmüştü. Bölgesel dengeler düşünülmeden bu süreç takip edilemez. PYD’nin, Türkiye’den beslendiğini düşünüyorlar. Ben o bölgeden gelen bir hükümlüyle cezaevinde sohbet ettim. ‘PYD’nin üçte ikisi Suriye Kürt’ü’ diyor.

Biz Suriye’de ayrı bir Kürdistan olduğunu kabul etmiyoruz ama var. Lübnanlaşma konusu var mesela. Türkiye Lübnan olmaz, tarihimiz farklı. Ayrıca Kuzey Irak özerkliğini örnek verenler oluyor. Barzani Kürdistan’ı özerklik tanımının çok ötesinde, dünyada öyle bir özerklik uygulaması yok. Bu sorunları anayasaya Kürt yazarak çözemezsiniz. Bunu ben de desteklemiyorum. Kültürel haklar elbette tartışılmaz ama konuşulan başlıklar için komisyon kurmaya da gerek yoktu. İktidar meclisten belli yasaları geçirebilirdi. CHP’nin komisyon konusundaki şartsız desteğini iktidar fırsata çevirebilir. Bu konudan bağımsız şunu da belirteyim ki CHP yönetimine ‘Sosyalist Enternasyonal üstünden Gazze konusunda iki devletli bir çözüm çağrısı yaptırın.’ dedim. CHP’den önce Fransızlar yaptı bile.”

Osman Kavala, son derece donanımlı ve nazik bir insan.

Mülakat sonrasında avukatlarıyla yanlış anlaşılmalar olmasın diye birkaç not ulaştırdı.

Konuştuğumuz bir kitabı göndermek için adresimi istedi. Ayrıca yazmamam şartıyla birçok cümleyi de bana emanet etti.

Bu satırlar elimdeyken, Alman hükümeti Osman Kavala’ya, “Goethe Madalyası” verdi. Beynelmilel bir ismi, evrensel kurumları ikna edemediğiniz bir dosya ile içerde tutarsanız, ülkeler her fırsatta bu yaranızı kaşımayı tercih eder.

Kavala, serbest kalır mı bilemiyorum. Bu karar elbette hukuku ilgilendiriyor. Ancak Türkiye’nin Kavala’nın mahpusluğuna ihtiyacı var mı veya onun tutsaklığı üzerinden anayasamızı mı korumuş oluyoruz? Bunları sormadan da edemiyorum.

Ülkeyi normalleştirmeye çalıştığını iddia eden siyaset kurumu, ‘’Hukuk devletiyiz’’ lafzıyla ekonomiye ve rejime olan güveni artırmaya çalışıyor. Bununla birlikte Kavala Dosyası gibi belli başlıklar, ülkenin her adımında karşısına çıkıyor. AİHM’in ihlal kararları tüm siyasi tartışmaların ana maddesi oluyor. Bu gibi sorunlu alanlar çözülmeden girişilen “Terörsüz Türkiye” projesi halkta da karşılık bulmuyor. Siyaset ve adaletin bir bütün olduğunu unutarak, altı doldurulmadan yapılan hamleler, süre gelen hukuk dosyalarının altında eziliyor.

Son bir soru ile yazıyı bağlamak isterim. Cumhur İttifakı’nın çırpınarak umut aradığı “Terörsüz Türkiye” projesi açısından bakıldığında, Osman Kavala’nın mahpus olduğu bir ortam mı yoksa özgür olduğu bir ortam mı iktidar politikalarına hizmet eder?