İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM'deki grup toplantısında konuştu. Gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Dervişoğlu'nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
"İsrail’in Gazze’de estirdiği terör yetmezmiş gibi, bir süredir İran’a da taşıdığı pervasız saldırganlığına, Gazze’deki suçlarına ortak olan ABD de ortaklık etmiştir. İsrail’in 13 Haziran’da İran’a karşı başlattığı saldırılar, uluslararası hukuk açısından olduğu kadar bölgesel dengeler açısından da kabul edilemez bir riske kapı aralamıştır. Rejimler ve ülkeler, ülke halkları ve idareciler, diktatörlükler ve savaş politikaları. Bu karşılıklı çatışma oyununda hepimizi yakından ilgilendiren ve ayrı ayrı düşünüp, değerlendirmemiz gereken hususlardır. Katliamcı ve insanlık düşmanı Netanyahu Hükümeti’nin suç ortağı ve cüretinin kaynağı ABD ile birlikte düzenlediği her saldırı, attığı her bombanın, aynı zamanda bu katil hükumetin ömrünü uzatmak üzere atılan birer iç şantaj malzemesi olduğu unutulmamalıdır. Aynı şekilde, distopik molla rejimi de İran’ın meşru müdafaa hakkının arkasına gizlenmektedir.
SURİYE KRİZİNDEN DAHA ÇOK ETKİLEYECEKTİR
Tarihin her aşamasında, özellikle de büyük çatışma ve savaş zamanlarında diktatörlükler, tiranlıklar, tek adam rejimleri, ülkelerinin bekaları yerine kendi bekasını koymak konusunda mahirdirler. Savaşa ve barışa o ülkelerin asıl sahibi olan Milletler karar vermediği sürece, gayrimeşru rejimler savaştan beslenir ve kan akmaya devam eder. Bugün kalıcı ateşkes ilan edilmiş olsun ya da olmasın, Netanyahu’nun bir süredir üstlendiği ABD’nin vekil gücü ya da uç beyi rolüyle beraber, İran için dile getirdiği ‘rejim değişikliği’ çağrıları, bölgede yeni bir Pandora kutusunun açılmasına neden olmuştur. Bölgemizin ve bilhassa ülkemizin, Suriye krizinde olduğundan daha fazla olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Ülkemizde bulunan İncirlik Üssü’nün ve Kürecik’teki NATO’ya istihbarat aktaran radarın, komşumuz İran’a karşı olası faaliyetleri engellemek adına bu çatışmalarda ne amaçla ve nasıl kullanıldığını bilmek Türk milletinin tartışılmaz hakkıdır. Bu tür durumlarda, NATO üyesiyiz denilerek işin kolayına kaçılamaz.
Son bir ayda cereyan eden hadiseler göstermiştir ki; Türkiye’yi yakın coğrafyasında meydana gelebilecek bir göç dalgasından koruyabilecek bir hükumet mevcut değildir. Ayrıca, sözde 'Terörsüz Türkiye' söylemi içine gizlenen PKK’nın silah bırakacağına dair maksatlı, başka ajandalı ama özünde ahmak iyimserlik, PJAK gibi, ikiz terör örgütlerinin, emperyalizm tarafından kullanılma olasılığına karşı sessizdir. Bu gibi örgütlerin İran’ın parçalanması olasılığı karşısında ellerini ovuşturması, rejime karşı isyan çağrıları yapması, hatta son açıklamalarında İran Azerbaycan’ındaki Türk kardeşlerimize bile işbirliği çağrıları yapacak kadar hadsizleşmektedirler ve özgüven kazanmaktadırlar. Görüldüğü gibi terör yalnızca Türkiye’de değil, Suriye’de de İran’da da dış güçlerin maşası olarak her daim hazır ve nazır pusuda beklemektedir. Türkiye’nin hem İran Azerbaycan’ındaki kardeşlerinin esenliğini korumak ve sürdürmek hem de bölücü teröre fırsat vermemek için kendisine düşen tüm tedbirleri alması gerekmektedir.
ABD İRAN'A SALDIRIRKEN TÜRKİYE'YE DANIŞTI MI?
İran Azerbaycan’ındaki kardeşlerimizin ayaklarına taş değecek olursa soluğu orada alacak milyonlarca Türk vardır. Türkiye’nin de Azerbaycan’ın da kalbi oradaki kardeşlerimizle çarpmaktadır. Sadece PJAK ya da PKK değil, İsrail ve ABD başta olmak üzere, herkesin aklını başına alması gerekir. Onların oyun kurup, oynadıklarını zannettikleri bu toprakları; bizler vatan, sınırlarımız ötesini de komşularımız biliriz. Özellikle ABD’nin müttefiklik hukuku çerçevesinde İran’a saldırırken, Türkiye’ye danışıp danışmadığı meraka konu bir husustur. Bu yönde bir işaret yoktur. Türkiye, komşularının aleyhine faaliyet yürüten alçaklıklardan uzak bir ülke olmak durumundadır. Türkiye’nin Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ düsturuna sıkı sıkıya sarılması, en çok bu tür kriz ve çatışma zamanlarında hatırlanması ve ders alınması gereken, bir özlü sözden öte, bir felsefe olduğu anlaşılmak mecburiyetindedir. Cumhur Koalisyonunun kadrolu ve geçici ortaklarının iç kamuoyuna ve oy tabanına yönelik; ‘İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye’dir’, ‘Her türlü cenge hazır olmalıyız’ türünden, sorumsuzca söylemlerine ülkemizin ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin klavye delikanlılarının hezeyanlarına değil, Türklüğüyle gurur duyan devlet adamlarına ihtiyacı vardır. Burası, karikatür kuzey kore değildir, mollaların kum havuzu değildir, Tanrı diye şeytana tapan bir takım canilerin hükmü altındaki İsrail de değildir.
İSRAİL LOBİSİ, İRAN’I ON YILLARCA ABD’DE TARTIŞTIRMIŞTIR
Türkiye’nin hem içeride hem dışarıda; boş ve hamasi konuşmalar yerine, güven veren adımlar atılmasına, içeride hukuk devleti, Cumhuriyet ve demokrasiyi, dışarıda ise millî güvenliği güçlendirici değişim ve dönüşümlere ihtiyacı vardır. İsrail lobisi, İran’ı on yıllarca ABD’de tartıştırmıştır. İsrail lobisi, ABD’nin bu son saldırısıyla amacına ulaşmıştır. Şimdi aynı İsrail lobisinin kimi unsurları son yıllarda özellikle Suriye üzerinden dillerine Türkiye’yi dolamaya başlamışlardır. ‘İsrail’in bir sonraki hedefinin Türkiye’ olduğu biçimindeki söylemler, bu tehlikeli kampanyaya odun taşımaktan başka bir şeye hizmet etmemektedir. Böyle bir tehdit değerlendirmesi varsa, İktidardaki Cumhur Koalisyonun açık, gizli liderleri bunu kamuoyu önünde seçmen tabanını konsolide etme kurnazlığına alet etmek yerine, ilgili kurumlarla gerekli tedbirleri almalı, buna uygun savunmanın güçlendirilmesi adımlarını, başta tam teşekküllü, entegre ve tam operasyonel bir hava savunma sistemi ve yeni nesil muharip savaş uçakları edinilmesi olmak üzere, derhal atmalıdır. Bu işlerde gayri ciddiliğe, şakaya yer olmadığının artık yeterince görülmüş olması gerekmektedir. Karşımızda bir savaş suçlusu ve insanlığa karşı suç işlemiş bulunan Netanyahu ile ‘sonsuz savaşları bitirme’ vaadiyle seçim kazanıp iş başına gelince hepsinden çark eden bir Trump bulunmaktadır. İkisi de birbirinden pervasızdır ve güvenilmezlerdir. Bunlardan Trump, Erdoğan’a istediğini yaptırabilmiş olmakla övünmektedir.
ZALİMLER VE ZORBALAR TARİHİN PARANTEZİNDE YOK OLUP GİDECEKLERDİR
Bugün Cumhur Koalisyonu, Türkiye’nin stratejik yüküne ve stratejik en zayıf halkasına dönüşmüş durumdadır. Cumhur Koalisyonu’nun iç cepheyi sağlamlaştırmaktan anladığı; terör örgütleriyle müzakere ederek ömür boyu başkanlık garantisi almaya çalışmaktır. Türk vatandaşlığı ve Türk milleti tanımlarının üzerinde oynanarak, bölücülere jest yapmak gayretinden ibarettir. Ömür boyu başkanlık ve kendi elleriyle zayıflattıkları ekonominin çökmemesi uğruna, Erdoğan’a istediğini yaptırabilmiş olmakla övünen Trump’a sesini çıkaramayan, bu son ABD saldırısını bile sadece; ‘İran’ın egemenliğine yönelik saldırılar kimden gelirse gelsin tasvip etmiyoruz’ diyerek, geçiştiren bir yönetim anlayışı vardır. En büyük millî güvenlik sorunumuz aslına bakarsanız tam olarak budur...
Zalimler ve zorbalar tarihin parantezinde yok olup gideceklerdir. Unutulmasın ki, ihanet dün kazanamadı, bugün de, gelecekte de başaramayacaktır. Bilinsin ki Türk Milleti destansı tarihinin her döneminde olduğu gibi yıkım, çözülme ve parçalanma rüyası görenlere geçit vermeyecektir! Bunu idrak edemeyenleri ve korkuya esir düşüp sessiz kalanları da bu bataklıktan kurtaracaktır. İhanetin işbirlikçilerine ise tarih boyunca ne yaptıysa onu yapacaktır, nasıl davrandıysa öyle davranacaktır. And olsun ki öyle olacaktır. Bu da bizim büyük Türk milletine ahdimiz ve yeminimizdir.''