Siyaset

DEM Parti: Barış konuşulurken silaha 2 trilyon lira ayrıldı

DEM Parti, 2026 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifine muhalefet şerhi düştü. Şerhte, bütçenin Kürt sorununda yaşanan çözüm çabalarının yoğunlaştığı bir dönemde, bu gelişmelere duyarsız bir şekilde hazırlandığı belirtildi.

DEM Parti'nin 2026 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi'ne ilişkin 222 sayfalık muhalefet şerhinde, kapitalizm eleştirisi yapılırken vergi ve gümrük tarifeleri, NATO'nun savunma harcamaları, Orta Doğu'daki bölgesel sorunlar, Türkiye ekonomisi, çocuk işçiliği, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı, vergi adaletsizliği, borçlanma başlıkları ele alındı.

Asgari ücretin ortalama ücret haline getirildiğine dikkat çekilen şerhte, "Birçok araştırma ve veri Türkiye’de asgari ücret veya onun altında ücretle çalışan oranını yüzde 55’in üzerinde göstermektedir. Hükümetin tek taraflı kararıyla 2025 yılı asgari ücreti (22.104,67 lira) önceki döneme göre yalnızca yüzde 30 artırılmış, oysa yıllık resmi enflasyon yüzde 44,4 olarak açıklanmıştır. Böylece asgari ücret daha en başta enflasyonun yaklaşık 15 puan gerisinde kalmış, temmuz ayında da ara zam yapılmayarak milyonlarca işçi 2025 yılı boyunca eriyen bir gelirle yaşamaya mahkûm edilmiştir" diye kaydedildi.

"EN AZ 48 BİN İŞÇİNİN İŞ CİNAYETLERİNDE YAŞAMINI YİTİRDİĞİ TAHMİN EDİLİYOR"

Ayrıca Türkiye'de her gün en az 6 işçinin yaşamını yitirdiği belirtilen şerhte, "İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne göre 2025’in Ekim ayında en az 169, yılın on ayında bin 737 işçi yaşamını yitirdi. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2025’e kadar ise en az 48 bin işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Geldiğimiz aşamada her gün en az 6 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmektedir, çok daha fazlası kalıcı veya geçici olarak engelli kalmaktadır" denildi.

Vergi adaletsizliğine de değinen değerlendirmede Türkiye’de sosyal ve ekonomik adaleti esas alan, servete dayalı ve artan oranlı bir vergilendirme politikası uygulanmadığı belirtilerek "Türkiye’nin vergi yükü, servet sahibi azınlığın değil, evinin mutfak ihtiyacını karşılayamaz, kirasını ödeyemez hale gelen ve açlık sınırı altında ücretle borçlanarak yaşamaya mecbur bırakılan milyonlarca dar gelirli yurttaşın sırtındadır" ifadeleri kullanıldı.

Değerlendirmede, AKP-MHP iktidarının bir vergi politikasını gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmak için sınıfsal bir yeniden dağıtım mekanizması olarak değil, aksine sermaye sınıfı iktidarının tahkim aracı olarak kullandığı ifade edildi. İktidarın uyguladığı politikaların ve yaptığı bazı yasal değişikliklerle sermayeye vergi muafiyeti ve istisnası adı altında milyarlarca lira kaynak aktardığını belirtilen şerhte, şunlar kaydedildi:

"İktidar, bunun finansmanını ise en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan mahrum kalan ve açlık sınırının çok altında rakamlara uzun saatler çalışan emekçilerden stopaj yoluyla topladığı vergiler aracılığıyla yapmaktadır. AKP iktidarı günümüzde bu tabloyu değiştirecek adımlar atmak bir yana, yoksullar ve emekçiler üzerindeki vergi yükünü arttıran yeni düzenlemeler getirerek yasallaştırmaktadır."

"PEK ÇOK BAKANLIKTAN ÇOK DAHA FAZLA ÖDENEK AYIRMAKTADIR"

2026 Bütçesi’nde tercihin emekçiden değil, sermayeden yana kullanıldığı ifade edilen şerhte, şöyle denildi:

"Örneğin çoğunluğu sermayeye tanınan vergi muafiyet ve istisnalarından oluşan Vergi Harcamaları’nın 2026 Bütçesi’ndeki payı yaklaşık 3 trilyon 600 milyar lira olarak belirlenmiştir. Bu da 2026 bütçesinin yaklaşık yüzde 19’una tekabül etmektedir. Vergi Harcamaları’na ayrılan kaynak yıllar geçtikçe artmaya devam etmektedir. Bu tutar 2025 Bütçesi’nde yaklaşık 3 trilyon 5 milyar liraydı ve 2026 yılı için de 3 trilyon 340 milyar lira olarak öngörülmekteydi. AKP’nin vergi harcaması politikası, kamu kaynaklarının etkin ve adil kullanımına ilişkin ciddi soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir. Zira AKP’nin vergi istisna ve muafiyetleri genellikle belirli kesimlere avantaj sağlayan, geniş toplum kesimlerinin omzuna daha ağır bir vergi yükü bindiren niteliktedir.

2026 Bütçesi’nde savunma ve faiz gibi devasa giderlerin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi halkın kaynaklarını harcayan iki önemli kurum daha söz konusudur. 2026 Bütçesi’nden sadece Cumhurbaşkanlığı’na 21 milyar 300 milyon lira civarında ödenek ayrılmıştır. Bu, Cumhurbaşkanlığına 2026 yılı için günlük olarak 58 milyon 400 bin lira harcama yapma yetkisi vermek anlamına gelmektedir. Bu rakam o kadar devasa boyutlardadır ki, Cumhurbaşkanlığı’nın bir günlük harcama limiti, bugünkü asgari ücretle hesaplandığında 2 bin 640 asgari ücretlinin maaşına denk bir rakamdır. Yine 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’ne göre, Diyanet İşleri Başkanlığı’na 174 milyar 400 milyon lira ödenek ayrılmıştır. Bu, 2025 yılında ayrılan 130 milyar 200 milyon lira olan bütçeye oranla yüzde 34 artış anlamına gelmektedir. Her sene olduğu gibi bu sene de AKP-MHP iktidarı Diyanet’e ve Cumhurbaşkanlığı’na pek çok bakanlıktan çok daha fazla ödenek ayırmaktadır."

Şerhte, 2026 Bütçesi'nin Kürt sorununda yaşanan çözüm çabalarının yoğunlaştığı bir dönemde, bu gelişmelere duyarsız bir şekilde hazırlandığı belirtilerek, "Halkın beklentileri ve sorunları ortadayken, bu bütçeyi kabul etmek mümkün değildir. Oysa içerisinde bulunduğumuz dönem ve koşullar bu ezberlerden vazgeçmeyi zorunlu kılmaktadır. 2026 Bütçe tercihleri daha önce sürekli gerekçe olarak sunulan olağanüstü koşullar devam ediyormuş gibi, 1 Ekim 2024’ten bu yana olağanüstü gelişmeler yaşanmamış gibi, 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yapılmamış gibi hazırlanmıştır" ifadeleri kullanıldı.

"TÜRKİYE, 4 TRİLYON DOLARINI ÇATIŞMAYA AYIRMIŞTIR"

Şerhte, "Çözümsüzlüğün ekonomik maliyeti" başlığı altında Kürt sorununun çözülememesinin maliyetine ilişkin şunlar kaydedildi:

"2018’de dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş, 1984’ten bu yana Türkiye’de savaş ve çatışma harcamalarını 1,5 trilyon dolar olarak belirtmiş, aynı meblağ bir yıl sonra 2019’da dönemin Başbakanı Binali Yıldırım tarafından da tekrar edilmiştir. Mayıs 2025’te ise Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından çatışma maliyetlerinin doğrudan ve dolaylı olarak 2 trilyon doları aştığı belirtilmiştir. Uluslararası kurum ve kuruluşlar da 40 yıllık çatışmanın ekonomik maliyetini birçok araştırma ve rapor ile ortaya koymuştur. Demokratik Gelişim Enstitüsü’ne (DPI) göre Türkiye, bu süre zarfında 4 trilyon dolarını çatışmaya ayırmıştır.

Silahlanmanın ve güvenlikçi politikaların ekonomi-politik maliyeti, geçmiş yıllarda olduğu gibi 2026 Bütçesi’nin de temel belirleyicisi olmuştur. Savunma ve güvenlik harcamaları kategorisine alınan 7 kurumun toplam bütçesi 2 trilyon liraya yakın bir meblağa erişirken 19 trilyona yakın olan merkezi bütçenin yüzde 10’undan fazlasına tekabül etmektedir. Buna Savunma Sanayii Destekleme Fonu’na ayrılan kaynak da dahil edildiğinde askeri ekonomiye direkt yapılacak harcamanın 2 trilyon 155 milyar lirayı aşacağı yani merkezi yönetim bütçesinin ise en az yüzde 11,4’üne denk geleceği belirtilmektedir. Mezkûr bütçe içerisinde, Millî Savunma Bakanlığı’na 822 küsur milyar lira; Emniyet Genel Müdürlüğüne 554 küsur milyar lira; Jandarma Genel Komutanlığına 375 küsur milyar lira; İçişleri Bakanlığına 119 küsur milyar lira; Milli İstihbarat Teşkilatına 39 küsur milyar lira; Sahil Güvenlik Komutanlığına 23 küsur milyar lira; Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliğine 590 küsur milyon lira ayrılması planlanırken ayrıca 233 küsur milyar lira da Savunma Sanayii Destekleme Fonu’na ayrılmaktadır."

Kürtlerin tasfiye edildiği dönemin geride kaldığı ve bugün tüm aktörlerin bu realiteye göre hareket ettiği belirtilen şerhte, "AKP iktidarının Kürt fobisinden kaynaklanan güvenlikçi ve askeri perspektife mahkûm edilmiş dış politikadan uzaklaşması, yeni bir barışçıl, şeffaf ve demokratik perspektife geçiş yapması artık kaçınılmazdır. Böylesi bir yaklaşım, Türkiye’nin bölgesel barış ve istikrarda önemli bir aktör olmasına kapı aralayacaktır. Uzun yıllardır sürdürülen gerilim diplomasisi yerine şeffaf ve demokratik müzakereci bir anlayış, hem bölge halklarının barış talebini karşılayacak hem de bölgede yeni çatışma alanları açmaya çalışan yerel, bölgesel ve küresel çıkar gruplarının provokatif çabalarını boşa düşürecektir" denildi.

"KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ ARTIK BİR TERCİH DEĞİL, TARİHSEL BİR ZORUNLULUKTUR"

Kürt sorununun çözümünün yalnızca Türkiye için değil, tüm Orta Doğu için stratejik bir zorunluluk olduğu ifade edilen şerhte, Kürt sorununun Suriye'deki gelişmelerin ardından artık iç sorun olmaktan çıkarak "bölgesel barış ve istikrarın temel anahtarı" haline geldiğine dikkat çekildi. Şerhtte, "Bu dönüşüm, Kürt sorununun artık yalnızca sınır içi dinamiklerle açıklanamayacağını, bölgesel jeopolitiğin, küresel güçlerin ve yerel aktörlerin birbirine eklemlendiği çok katmanlı bir denklem haline geldiğini açık biçimde gösterdi" denildi.

Gelinen noktada Kürt sorununun çözümünün artık bir tercih değil, tarihsel bir zorunluluk olduğu ifade edilen şerhte, çözümün zor aygıtlarında değil, demokratik müzakere masasında yattığı belirtildi.