Zübeyde Sarı / Analiz - Baba Ocağı
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 1 ekim 2024 yılında Meclis açılışında DEM Parti Milletvekillerinin yanına giderek tokalaştı. Bu tokalaşma yeni bir dönemin işareti olarak yorumlandı ve akla pek çok soruyu getirdi; Bahçeli şuana kadar en sert muhalefet yaptığı partinin sıralarına neden gitti? Yeni bir süreç mi başlıyor? Bir taraftan DEM Parti belediyelerine kayyum atanırken bu mümkün mü? Ankara kulislerinde bu sorulara yanıt aranırken 22 Ekim 2024’te MHP lideri partisinin grup toplantısında konuştu. ve hemen hemen her kesimin tarihi olarak nitelendirdiği çağrıyı yaptı.

Bahçeli, "Türkiye'nin yeni bir çözüm sürecine değil ortak aklı çalıştırmaya, dürüst samimi adımlara, bin yıllık kardeşliği daha da kuvvetlendirmeye ihtiyacı vardır. Türkiye'nin sorunu Kürtler değil bölücü terör örgütüdür. Tek tek Kürt kardeşlerimin sorununu çözmek mecburidir" dedi.

"Hiçbir Kürt kardeşim sorun olarak gösterilemez" diyen Bahçeli, "Kürt sorunu var demek sorun bekleyenlerin yıkım bekleyenlerin ortak propagandasıdır. Türkiye asimilasyon politikasına tenezzül etmemiştir. Terörle mücadeleye ayrılan kaynaklar bölgeye ayrılsa işsizliğin gelir adaletsizliğinin nasıl ortadan kalkacağını her vatansever vatandaşımız tasdik edecektir" ifadelerini kullandı.
"Terörist başı işin içinde olmazsa bir şey olmaz diyenlere de sesleniyorum. Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayeti gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasının önü de ardına kadar açılsın. Adres İmralı'dan DEM'e uzansın. " dedi.
Bahçeli’nin bu çağrısıyla birlikte Türkiye yeni bir döneme girmiş ve daha önce bir kaç kez denenen ancak başarısızlıkla sonuçlanan çözüm girişimlerinin bir yenisi başlamıştı.
PKK'NIN KURULUŞU
Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan 1978’de Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Fis köyünde PKK’yı kurdu. Terör örgütü PKK Türkiye’ye karşı ilk silahlı eylemini 15 Ağustos 1984 tarihinde Abdullah Öcalan'ın emir ve talimatıyla 21.30 sularında Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçelerinde gerçekleştirdi.
47 yıldır devam eden bu süreç boyunca, çeşitli zamanlarda ateşkes kararları alınmasına, farklı yöntemlerle görüşmeler gerçekleştirilmesine rağmen, bu girişimler henüz çözümle sonuçlanmış değil. Bugüne kadar gerçekleşen çözüm girişimlerine bir göz atalım...

ÖZAL'IN ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
Bazı yıllar vardır, tarihin yönünü sessizce değiştirir. 1993, Türkiye için öyle bir yıldı. Bir yanda Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın alışılmışın dışında bir yol izlemesi diğer yanda Abdullah Öcalan’ın beklenmedik bir şekilde “silahları susturalım” demesi… Kısacası, bir umut yeşermişti. Ama çok kısa sürdü.

93'TE NE OLDU?
O yılları hatırlayanlar bilir: ülke, her gün gelen şehit haberleriyle uyanıyor, akşamları da aynı acıyla uyuyordu. Ve bir gün, devletin tepesinden farklı bir ses duyuldu: dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın sesiydi bu. Özal, meseleyi salt güvenlik değil, insan ve kimlik meselesi olarak görüyordu.
1990'lı yılların başında Türkiye'de düşük yoğunluklu çatışmalar yoğun bir şekilde devam ediyordu. 1993'te terör örgütü PKK, Elazığ-Bingöl karayolunda kaçırdığı silahsız askerlerden 33'ünü öldürdü. Aynı yıl Erzincan'ın Başbağlar köyüne düzenlenen silahlı saldırıda 33 kişi hayatını kaybetti. Bu iki saldırı, Türkiye'nin batısında bu dönemde infial yaratan olaylar arasında yer aldı. Medyada Öcalan için “bebek katili” ifadesi kullanıldı. 1993 yılı, Türkiye’nin yakın tarihinde hem Turgut Özal’ın Kürt meselesine yaklaşımı hem de PKK ile yürütülen çatışmasızlık süreci açısından çok kritik bir dönemeçtir.
Bu dönemde, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülmesi için önemli adımlar atmaya karar verdi. 20Şubat 1991 tarihinde Barzani ve Talabani'ye mesaj gönderen Cumhurbaşkanı Özal, hükümetten onay almadan kendi politikalarını uygulamak istedi. Böylece Iraklı Kürt liderle temasların sürdürülmesi için başkentte hem KDP, hem de KYB'nin daimi temsilcilikler açmasını gerekli gördü. İlk resmi görüşme, 8 Mart 1991'de KDP'nin bir temsilcisi, KYB lideri Talabani ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Tugay Özçeri arasında Ankara'da yapıldı. Talabani ile yaptığı görüşmeyi 11 Mart 1991'de açıklayan Özal; "Yanlış mı olur onlarla konuşmamız? Kuzey Irak'ta olan her şey bizi çok daha yakından ilgilendiriyor. Dost olmamız lazım. Biz onlara düşman olursak başkaları bizim aleyhimize kullanırlar" sözleriyle, görüşmenin doğruluğunu ve gerekliliğini ifade etti.

Özal özellikle 1992’de KDP lideri Mesud Barzani ve YNK lideri Celal Talabani ile ilişkiler geliştirdi, görüşmeler yaptı. Talabani ve Barzani Ankara’ya davet edildi. Dönemin Başkanı Süleyman Demirel de Barzani ve Talabani ile görüştü. Talabani uzun yıllar sonra gazeteci Nur Batur’a verdiği röportajda, “Özal benden çatışmayı durdurmaları için Öcalan’la görüşmemi istedi. Başbakan Demirel’i evinde ziyaret ettim. Turgut Özal’ın benden Öcalan’la görüşmemi istediğini söyledim. Ne diyorsunuz diye sordum. Demirel ‘Talabani, siz hür bir adamsınız. İstediğinizi yapabilirsiniz. Size kalmış’ dedi. Bunun üzerine Öcalan’a gittim ve ateşkese razı ettim. Yeniden Türkiye’ye geldim. Bütün Türk liderler çok memnun oldu. Mesut Yılmaz’la havaalanında yaptığımız konuşmayı hatırlıyorum. Bana ‘Talabani, Türkiye için çok iyi bir şey yaptın. Nevrozkan akmadan geçti’ dedi”
BİNGÖL KATLİAMI VE ATEŞKESİN SONU
Özal'ın girişimleri sonucunda, Öcalan 20 Mart 1993 tarihinde tek taraflı ateşkes ilan etti. 15 Nisan 1993’te terör örgütü PKK, ateşkesin süresini iki ay daha uzattı. Bu adım çözüm umutlarını yükseltirken, beklenmeyen bir gelişme oldu ve 17 Nisan günü Cumhurbaşkanı Turgut Özal hayatını kaybetti.
Ateşkes devam ederken 24 Mayıs günü Elazığ-Bingöl karayolunu kesen PKK’lılar, 90 kişiyi yanlarına alıp uzaklaştı. Bunların büyük bir bölümü silahsız askerlerdi. Terör örgütü terhis yolunda olan 33 silahsız askeri şehit etti. Bu olay, Türkiye genelinde büyük bir infial yarattı ve ateşkes sürecinin sonlanmasına yol açtı.
O dönemde Cumhurbaşkanı Özal’ın danışmanlığını yapan Gazeteci Cengiz Çandar, Özal’ın ölümünden sonra yaşananları verdiği röportajda şöyle anlatıyor; “Evet, kanlı bir dönemden sonra, gayet kırılgan; ama iyi- kötü tutan bir ateşkes söz konusuydu. 17 Mart'tan 25 Mayıs 1993'e 2aylıkbir süre, büyük çaplı ne askeri operasyon oldu ne PKK eylemi. Bir şekilde çözüm arayışının iklimi oluşuyordu. Özal'ın 17 Nisan'da ölümünden sonra, daha kırkı çıkmadan 25 Mayıs 1993'te Bingöl-Elazığ yolunda 33 asker şehit edilince çöktü ve 1999'a dek kan gövdeyi götürdü.” https://www.yenisafak.com/roportaj/bingoldeki-saldiriyi-ocalan- bilmiyordu-230029
Bugün geriye dönüp bakınca, 1993’te yaşanan o kısa ateşkesin Türkiye tarihinde ilk gerçek barış girişimi olduğunu görüyoruz. Diğer girişimlerin hepsi bir şekilde 1993’ün eksik kalan hikayesinin yankısıydı. Kısaca; 1993 ateşkesi, Türkiye tarihinde ilk kez Kürt meselesinin askeri yöntemlerle değil, siyasi müzakereyle çözülmesi fikrinin gündeme geldiği bir girişimdir. Her ne kadar kısa ömürlü olmuşsa da, sonraki yıllarda yaşanan “Demokratik Açılım” ve “Çözüm Süreci” gibi girişimlere tarihsel bir referans noktası oluşturmuştur.

1999-2004 ARASI TÜRKİYE'DE KÜRT SORUNU VE ÇÖZÜM GİRİŞİMLERİ: SİLAHLI MÜCADELEDEN SİYASİ SÜRECE GEÇİŞ DENEMESİ
1999–2004 dönemi, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümüne yönelik ilk kapsamlı “siyasi normalleşme” çabalarının yaşandığı bir geçiş sürecidir. terör örgütü ele başı Abdullah Öcalan’ın yakalanması, örgütün silahlı mücadele stratejisinin sorgulanmasına yol açtı; bu süreçte örgüt, Türkiye sınırlarının dışına çekilme kararı alarak “barış grupları” gönderdi. Ancak bu süreç de kalıcı bir çözüme evrilmedi.
1990’lı yıllar, Türkiye’de hem güvenlik hem de insan hakları açısından derin krizlerin yaşandığı bir dönem oldu. 1998 yılında Türkiye’nin Suriye’ye yönelik baskısı sonucu Abdullah Öcalan’ın bu ülkeden çıkarılması, 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesiyle sonuçlandı. Öcalan’ın yakalanışı, hem PKK için de hem de devlet katında yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirildi. Bu gelişme, örgütü silahlı mücadele yöntemlerini gözden geçirmeye itti.
ÖCALAN'IN YAKALANIŞI VE PKK'NIN STRATEJİK DÖNÜŞÜMÜ
15 Şubat 1999’da terör örgütü ele başı Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından örgüt, tarihinde ilk kez silahlı mücadeleyi askıya alma kararı aldı. 1 Eylül 1999’da yapılan açıklama ile terör örgütü PKK, “ateşkes” ilan etmiş ve militanlarının Türkiye sınırlarının dışına çekileceğini duyurmuştu. Bu karar, Öcalan’ın İmralı Cezaevi’nden gönderdiği mesajlarla şekillendi. Öcalan, yargılanma sürecinde silahlı mücadeleyi sona erdirme çağrısı yaparak, “demokratik cumhuriyet” kavramını ön plana çıkartı.

Bu dönemde terör örgütü kendisini KADEK (Kürdistan Demokratik ve Özgürlük Kongresi) olarak yeniden yapılandırmış, 2003’te ise Kongra- Gel adını alarak siyasi bir hareket kimliği geliştirme çabası içine girmiştir.
1999–2004 dönemi, Türkiye’nin Kürt sorununda çatışmasız bir evre yaşamış nadir dönemlerden biridir. Bu süreç, Kürt siyasi hareketinin ilk kez silahlı mücadelenin ötesinde siyasi çözüm arayışına girdiği; ancak devletin güvenlikçi reflekslerinin ağır bastığı bir evre olmuştur. Dolayısıyla bu dönem, 2009–2015 arasındaki “Çözüm Süreci”nin öncülüğü niteliğindedir. 1999–2004 arasındaki deneyim, barış süreçlerinde kurumsallaşmış bir siyasi iradenin ve toplumsal uzlaşının önemini açık biçimde ortaya koymuştur.
OSLO'YA GİDEN SÜREÇ
2000’lerin başında Türkiye, bir ekonomik çöküşün ve siyasal tükenmişliğin içinden geçiyordu. IMF reçeteleri, kemer sıkma politikaları ve işsizlik dalgası; koalisyon hükümetinin halk nezdinde kalan son güven kırıntılarını da silip süpürmüştü. 2002 seçimlerinde iktidara gelen AKP, bu çöküşün içinden “değişim” vaat eden bir güç olarak çıktı.
AKP iktidarının ilk döneminde Kürt meselesi, ateşkesin sağladığı görece sessizlikle birlikte görünmez hale geldi. Terör örgütü PKK, 1999 sonrası dönemde eylemlerini durdurmuştu. AKP’nin bölgedeki seçim mitinglerinde “tam demokrasi”, “OHAL’in kaldırılması” gibi başlıklar dillendirilse de pratikte asıl yönelim, ekonomik kalkınma projeleri ve sosyal yardımlarla bölge halkını devlete bağlama stratejisiydi. Recep Tayyip Erdoğan’ın, Moskova’da kendisine “Kürt sorununu çözmezseniz iktidarda kalamazsınız” diyen bir Kürt işçiye verdiği “Düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” cevabını verdi.
Temmuz 2003’te KADEK Meclisi, ateşkesin sürdürülmesi ve silahların tamamen bırakılmasına kadar uzanan üç aşamalı bir çözüm planı sundu. Fakat bu çağrı karşılık bulmadı. Bu, tek taraflı ateşkesin fiilen sona erdiği anlamına geliyordu. Şiddet yeniden tırmandı. Irak’a yönelik ABD müdahalesi, Türkiye’nin Kürt politikasında köklü bir kırılma yarattı. Artık sınırın hemen ötesinde, uluslararası meşruiyeti artan bir Kürt federal bölgesi vardı. Ankara, daha önce “kırmızı çizgi” saydığı isimlerle–Barzani ve Talabani’yle– diplomatik ilişki kurmak zorunda kaldı. Aynı dönemde Avrupa Birliği süreci de ivme kazandı: 2004 Brüksel zirvesi ve2005’te tam üyelik müzakerelerinin başlaması, “haklar” dilini kısmen gündeme getirdi. Erdoğan’ın 2005 yazında Diyarbakır’da yaptığı “Kürt sorunu vardır, benim de sorunumdur” açıklaması, siyaseten yeni bir dönemin işareti gibi görüldü. Dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in “Umut ışığı görüyorum” sözleri, bu atmosferin halktaki karşılığıydı. Ama umut, politikada yer bulamadı.

2007 seçimleri, AKP’ye güçlü bir meşruiyet kazandırdı. Erdoğan, “Partimizde 75 Kürt kökenli milletvekili var; Kürtleri esas biz temsil ediyoruz” diyerek Kürt siyasetini siyasal alanın dışına itmeye çalıştı. Aynı dönemde güvenlik eksenli politikalar yeniden belirginleşti: 2007’de ABD ile yapılan Washington mutabakatıyla Türkiye, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi hava sahasını operasyonlar için kullanmaya başladı. “Güneş Harekâtı” gibi büyük çaplı sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirildi. Ancak aynı dönemde, devlet ve terör örgütü PKK arasında MİT aracılığıyla ilk temkinli temaslar kurulmaya başlandı. Zübeyir Aydar’ın daha sonra bahsedeceği bu görüşmeler, yıllar sonra “Oslo süreci”nin çekirdeğini oluşturacaktı.
OSLO GÖRÜŞMELERİ
2009, “iyi şeyler olacak” yılıydı. Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklaması ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın koordinasyonunda başlatılan “Demokratik Açılım”, ilk kez devletin Kürt sorununu adını koyarak ele aldığı bir süreçti. Aynı yıl TRT Şeş açıldı, Öcalan “demokratik çözüm” çağrısı yaptı, KCK çatışmasızlık ilan etti. Ekim ayında Kandil ve Mahmur’dan barış gruplarının Habur’dan ülkeye döndü. Erdoğan o gün “Umutlanmamak mümkün mü?” dedi. Ancak Habur’daki sevinç görüntüleri, milliyetçi çevrelerce “şov” olarak nitelendi.

Hükümet birkaç gün içinde geri adım attı; DTP kapatıldı, binlerce Kürt siyasetçi “KCK operasyonları”yla tutuklandı. 25 Aralık 2009’da adliye önünde elleri kelepçeli belediye başkanlarının fotoğrafı, “açılımın” fiilen bittiğini ilan etti. 2010’a gelindiğinde Öcalan, “Beni oyalamayın” diyerek devreden çekildi. Yaz aylarında çatışmalar yeniden tırmandı. 2011 seçimleri öncesinde terör örgütü PKK, ateşkes ilan etti; Öcalan’la görüşmeler sürdü. Ancak operasyonlar devam etti. Erdoğan, bir yandan “Kürt sorunu bitmiştir” derken diğer yandan “Biz olsak Öcalan’ı asardık” diyordu. Bu ikircikli söylem, Oslo’da yürütülen gizli müzakerelerin de kırılgan zeminini yansıttı.

SİLVAN SALDIRISI: OSLO SÜRECİNİN SONUNU GETİREN DÖNÜM NOKTASI
14 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır’ın Silvan ilçesi kırsalında PKK’lı bir grup terörist 13 Türk askerini pusuya düşürdü. 13 asker şehit oldu. 7asker ise yaralandı. Bu olay, Oslo görüşmelerinin fiilen sona ermesine yol açan gelişme olarak kabul edildi.
Saldırı, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “terör örgütünün çözüm sürecine ihanet ettiği bir eylem” olarak nitelendirildi.
Silvan saldırısının ardından Oslo görüşmeleri basına sızdırıldı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “KCK ile görüşme” suçlamasıyla hedef alınması süreci tamamen çökertti. Kısa süre sonra İmralı’ya gidişler durduruldu; Öcalan’dan aylarca haber alınamadı. Ve 28 Aralık 2011’de, Roboski’de 34 sivilin savaş uçaklarıyla bombalanması, barış umutlarını söndürdü.

OSLO SÜRECİNİN MİRASI
Her ne kadar Oslo görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da, bu süreç 2013 yılında başlayan “Çözüm Süreci”nin kurumsal ve zihinsel altyapısını oluşturdu. Oslo döneminde geliştirilen “üç aşamalı çözüm planı” (çekilme, demokratikleşme, silahsızlanma) modeli, daha sonra2013–2015 arası görüşmelere temel teşkil etti. Bu açıdan Oslo süreci, Türkiye’de barış müzakereleri tarihinde “gizli diplomasi döneminden açık müzakere dönemine” geçişin simgesi oldu.
2013-2015 ÇÖZÜM SÜRECİ: TÜRKİYE'DE BARIŞ ARAYIŞININ YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ
2012 sonbaharında cezaevlerinde bir grup, Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevine başladı. Bu eylemler, Kürt meselesinde toplumsal duyarlılığı yeniden gündeme taşıdı. Yoğun kamuoyu baskısının ardından Öcalan’ın kardeşine İmralı ziyareti izni verildi. Ardından Hakan Fidan’ın yeniden devreye girmesiyle, yeni bir diyalog süreci başlatıldı.
2013 başında Kürt siyasetçiler Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı adasına giderek Öcalan’la görüştü, bu görüşme yeni dönemin sembolü oldu. Türk, “Süreç bu kez daha iyi hazırlanmış” diyordu ama ekliyordu: “Tasfiye mantığıyla yaklaşılırsa sonuç alınamaz.”
Tam bu umutlu atmosferde, 9 Ocak 2013’te Paris’te üç Kürt siyasetçi –aralarında terör örgütü PKK’nın kurucularından Sakine Cansız da vardı–suikastle öldürüldü. Bu olay, barış sürecinin önüne kurulmuş ilk büyük tuzak olarak görüldü.

Yine de aynı yıl Öcalan’ın Nevroz mektubu, PKK’nın geri çekilme ve ateşkes çağrısıyla sonuçlanarak, “çözüm süreci”nin kapısını araladı.
2013–2015 yılları arasında tarihindeki en kapsamlı diyalog girişimine sahne oldu. “Çözüm Süreci” ilk kez devletin en üst düzeyde PKK elebaşı Abdullah Öcalan ile müzakere yürüttüğü bir dönem olarak kayda geçti. Sürecin amacı, silahlı çatışmaların sona erdirilmesi, PKK’nın silah bırakması ve Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesiydi.
2013: SÜRECİN BAŞLANGICI VE UMUT DÖNEMİ
21 Mart 2013 Diyarbakır Nevroz kutlamasında, PKK ele başı Abdullah Öcalan’ın mesajı Kürtçe ve Türkçe olarak okundu. Bu mesajda Öcalan, silahlı mücadelenin sona erdiğini ilan etti: “Silahlı direniş sürecinden demokratik siyasete geçiş süreci başlamıştır.” dedi.
Bu çağrı üzerine terör örgütü PKK, 8 Mayıs 2013’ten itibaren Türkiye sınırları dışına çekilme kararı aldı. Süreci takip etmek üzere “Akil İnsanlar Heyeti” oluşturuldu: yazar, sanatçı, akademisyen ve kanaat önderlerinden oluşan 63 kişilik bu heyet, Türkiye’nin yedi bölgesinde halkla toplantılar yaparak sürece toplumsal destek sağlamaya çalıştı.

Aynı dönemde hükümet, “Demokratikleşme Paketi” adını verdiği reformları gündeme getirdi. Bunlar arasında:
Kürtçe eğitime özel okullarda izin verilmesi,
Köy isimlerinin iadesi,
Seçim barajının tartışmaya açılması,
Ayrımcılıkla mücadele düzenlemeleri, gibi adımlar yer aldı.
2013 yazı boyunca Türkiye’de çatışmasızlık hakimdi; bölgedeki halk, yaklaşık 30 yıldan sonra ilk kez çatışmasız bir yaz yaşadı.
2014: GÜVEN KRİZİ VE SURİYE'NİN ETKİSİ
2014 yılına gelindiğinde, süreçteki iyimser hava yerini belirsizliğe bıraktı. Bunun üç temel nedeni vardı:
PKK’nın Tam Çekilmemesi
Terör Örgüt, çekilme sürecinin durdurulduğunu açıkladı; gerekçe olarak hükümetin verdiği sözleri tutmamasını ve yasal güvence eksikliğini gösterdi.
Yasal Çerçevenin Eksikliği
Müzakerelerin resmiyet kazanması için çıkarılan “Çözüm Sürecinin Yasal Çerçevesi” ancak 2014 Temmuz’unda TBMM’den geçti (6551sayılı yasa). Ancak bu yasa uygulamada somut sonuç üretmedi.
Suriye İç Savaşı ve Kobani Olayları
Eylül 2014’te IŞİD’in Kobani’ye saldırısı, Türkiye’deki Kürt kamuoyunda büyük bir kırılma yarattı. Hükümetin YPG’ye (Suriye’deki Kürt güçleri) doğrudan destek vermemesi, PKK çevrelerinde “Kürt halkı yalnız bırakıldı” algısını doğurdu. 6–8 Ekim 2014’teki Kobani olayları sırasında 50’den fazla kişi hayatını kaybetti. Bu olaylar, çözüm sürecine ağır darbe olarak kabul edildi.

2015: DOLMABAHÇE MUTABAKATI VE ÇÖKÜŞ
28 Şubat 2015’te, HDP heyeti ve hükümet temsilcileri (Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan) İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda ortak bir basın açıklaması yaptı. Bu açıklama, sürecin en somut adımı olan “Dolmabahçe Mutabakatı” idi. Öcalan’ın “silahsızlanma kongresi” çağrısı okundu; hükümet tarafı ise “artık silahsız bir çözüm” aşamasına geçileceğini duyurdu.

Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, birkaç hafta sonra yaptığı açıklamada bu mutabakatı reddetti:
“Ben Dolmabahçe mutabakatını doğru bulmuyorum. Devlet terör örgütüyle eşit görülmez.”
Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin %13 oy alarak Meclis’e girmesi, sürecin politik dengelerini daha da değiştirdi. 7 Haziran seçimlerinden sonra hükümet kurulamaması, 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta IŞİD’in düzenlediği katliam ve ardından Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi olayları, taraflar arasındaki güveni tamamen bitirdi. 24 Temmuz 2015’teTürk Silahlı Kuvvetleri, Kandil ve Kuzey Irak’taki PKK kamplarına hava harekatı başlattı. Böylece çatışmasızlık dönemi resmen sona erdi.
2013–2015 Çözüm Süreci, Türkiye tarihinde devlet ile terör örgütü PKK’nın doğrudan ve açık şekilde müzakere ettiği ilk dönemdi. Sürecin önemli kazanımı, şiddetin geçici olarak sona ermesi ve toplumun barış fikrine yakınlaşmasıydı. Ancak başarısızlığın temel nedenleri şöyle özetlenebilir:
Taraflar Arasında Güven Eksikliği; Hükümet yasal reformları erteledi, PKK ise tam çekilmeyerek silahlı varlığını sürdürdü.
Yasal ve Kurumsal Zemin Eksikliği; Süreç, siyasi iradeye dayalı yürüdü, kalıcı kurumsal yapılar kurulmadı.
Suriye Krizinin Etkisi; YPG’nin güçlenmesi, Türkiye’nin güvenlik önceliklerini değiştirdi.
İç Siyaset Dinamikleri; 2015 seçimleri öncesinde “milli birlik” söylemiyle milliyetçi oylar yeniden önem kazandı; süreç siyasal rekabetin malzemesi haline geldi.
Sonuçta, 2015 yazından itibaren şehir çatışmaları, hendek olayları ve yeni bir şiddet dalgası başladı. Çözüm Süreci, hem büyük umutlar hem de derin hayal kırıklıkları bırakarak sona erdi.

            
            
                            
                            
                            



