Şeyhlerin gözünden Atatürk...

Menzil liderlerinden Feyzeddin Erol'a Atatürk'ü soran Gazeteci Saygı Öztürk, şaşırtıcı şekilde şu yanıtı alıyordu: "Atatürk'e kurban olsunlar..."

Radikalleşme ve selefilik uzmanı Prof. Hilmi Demir, geçen günlerde sosyal medya hesabından "Atatürkçülük neden yükseliyor?" diye sorarak kendi sorusuna şu yanıtı verdi:

"Neden olacak, Kürtçü solcu ateistlerlerle radikal islamcı ve korunmuş Fetöcü'leri bir araya getirip sabah akşam Atatürk’e ve Cumhuriyete sövdürüyorsunuz. Bunların kendi mahallelerinde bile alıcısı çıkmamış, ortalığa düşmüşler. Eski dünya yok anlamadınız gitti."

Kendi mahallesinde dahi alıcısı kalmayan ve ortalığa düşen bu küfürbaz koalisyonu hakikaten de son günlerde organize bir biçimde cumhuriyete, Atatürk'e ve milli değerlerimize saldırıyor.

Yunus Emre, "dış yüzüne o sızar içinde ne var ise" der... Bu kadar ahlak dışı itham ve ifadeler bu küfürbaz çevrelerin iç dünyalarında neler olduğunun da delilidir.

Çağrı filminin unutulmaz sahnesinde Habeşistan kralı Ashame, Mekkeli müşriklere şöyle sorar: "Onun bir tek Allah'ından bu kadar güzel sözler çıkarken, sizin 300 tanrınızın dili mi tutuldu?"

Küfür korosunun neler dediği malum, biz “Memlekete hizmet edenleri sevmek ve saymak gereklidir. Ulül emr’e itaat lazımdır” diyen Şeyh Mehmed Vakıf Tazebay'ı, “Benim şapkamı getirin, benim bayrağım gibi bayrak, benim devletim gibi devlet yoktur” diyen İhramcızâde​ İsmail Hakkı Toprak'ı analım...

* * *

Mevlânâ Celâleddin Rûmî'nin on sekizinci kuşak torunu olan Veled Çelebi İzbudak, Mustafa Kemal Atatürk​'ün yakın dostuydu. Bir Mevlevi şeyhi için en üst makam olan postnişinlik görevini dokuz yıl boyunca yürüttü. Cumhuriyetin ilanından sonra, 20 yıl süreyle TBMM'de görev yaptı. Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı yasama döneminde Kastamonu milletvekiliydi.

​Çelebi, tekkelerin kapatılması üzerine, “Hak ehli olunca içimizden mefkūd / Câhiller edince arş-ı irşâda suûd / Beyhûde figān etmeyelim lâyıktır / Dergâhlarımız boş idi oldu mesdûd” dizelerini yazdı.

Necip Fazıl'ın hocası Abdülhakîm Arvâsî de aynı dönem benzer şekilde, “Boş mekânları kapattılar. Bunlar zaten kendilerini kapatmıştı. İstanbul’a geldiğimde bid’at karışmamış çok az tekke vardı” yorumunu yapıyordu.

"Kıyafet Devrimi" 1925 yılında, Atatürk'ün Kastamonu'ya yaptığı gezide gündeme geldi. Atatürk, 24 Ağustos günü Kastamonu'da geniş kenarlı beyaz bir şapka giyerek ziyaretini sürdürdü.

Kastamonulu Nakşibendî şeyhi Muhammet İhsan Oğuz, dini şekilciliğe​ indirgeyen ​yaklaşımlardan uzak​tı. Sakalsız, cübbesiz ve fötr şapkayla da​ dindar olunabileceği​ni gösteriyordu. İhsan Oğuz​ bu nedenle​ "şapkalı şeyh" olarak anıldı.

O dönem ​Muhammet İhsan Oğuz gibi nice şeyh, Anadolu'da "şapkalı şeyh" olarak anılacaktı.

Somuncu Baba'nın on ikinci kuşaktan torunu Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin mürşidi olan​ İhramcızâde​ İsmail Hakkı Toprak, hac sırasında ​kendisi için "şapkalı şeyh gelmiş​" diyen bir gruba karşı, “Benim şapkamı getirin, benim bayrağım gibi bayrak, benim devletim gibi devlet yoktur” d​emişti.

Rıfaî şeyhi Üsküdarlı Hayrullah Taceddin Yalım, şapka devrimi hakkında şu beyti kaleme aldı:

"Şapkayı giymekle kafir olmaz insan bilmiş ol,
Tâc-ı irfân müslümanın kalbi zîşânındadır."

​* * *

Şapka devrimi günlerinde Kilis’te şapkayı ilk olarak Şeyh Mehmed Vakıf Tazebay​ giydi.

Atatürk, 28 Ekim 1918’de Halep dönüşünde Kilis'te bu tekkede misafir edilmiş, Şeyh Mehmed Vakıf Tazebay'ın kahvesini içmişti. Mustafa Kemal, Tekke’de bir gün misafir kalıp ve tekkeyi gezdikten sonra, "Bu Türkmen tekkesi ilim ve irfan yuvasıdır. Burada ileri görüş hâkim" dedi. 1925 yılında tekke ve zaviyeler kapatılırken Kilis'teki bu tekkeye karışılmayacaktı.

Şeyh Mehmed Vakıf Tazebay, “Memlekete hizmet edenleri sevmek ve saymak gereklidir. Ulül emr’e itaat lazımdır” diyordu...

Bir şu edebe bakın bir de bugünlerde din ve maneviyat adına toplumda fitne çıkaranlara...

​* * *

Gelelim saltanat ve hilafet bahsine:

Ömrünü tasavvuf ve tekke hayatı üzerine çalışmalara adayan Cemaleddin Server Revnakoğlu şunları yazıyordu:

"Tarikat adamları mizaç ve meşrep bakımından olduğu kadar siyasi ve içtimai düşünüş itibarıyla da medreseden ayrıdır. Şeyhi, dervişi, bütün tarikat mensupları esasında cumhuriyetçi idiler. Çünkü 'hilafet-i maneviye'yi İmam Hüseyin'e kadar tanırlar, Ondan sonrasını 'hilafet-i sûriye'den sayarlar. Yani dışta ve surette kalmış, itibari bir halifelik bilirler... O devrin içinde olup bitenleri de Muaviye'nin kendi saltanat ve ihtirası olarak telakki ederler. Muaviye'yi yalnız peygamber evladına ihanetinden dolayı değil ayrıca bu sebepten de sevmezler. O'nu sevmeyen saltanat ve idaresini tanır da kabul eyler mi?"

* * *

Menzil liderlerinden Feyzeddin Erol'a Atatürk'ü soran Gazeteci Saygı Öztürk, şaşırtıcı şekilde şu yanıtı alıyordu: "Atatürk'e kurban olsunlar."

Örnekler çoğaltılabilir...

Şeyh Şamil'in torunu, saygın mutasavvıf Dr. Münir Derman, "Atatürk'ü herkes kendi Türklüğü derecesinde anlar" diyordu. Onun sözleriyle de yazımızı bitirelim:

"Kem ağızlardan ne çıkarsa çıksın o bir güneşti, ziya idi.
Türkiye’de: Gaziler, Mustafalar, Kemaller, daima olacak..."

Sinan Acıoğlu
babaocagi.com