Şengül Hablemitoğlu: Gençler yalnızca çocuk değil 'umut' da istiyor
Türkiye’de yıllar içinde düşen doğurganlık hızı ve artan yaşlı nüfus oranı, bir süredir iktidarın yoğun olarak gündeminde. 2001 yılında 2,32 olan nüfus artış hızı, 2023 yılı itibariyle 1,51'e gerileyerek nüfusun kendini yenileme düzeyi olan 2,1'in altında kaldı. Ayrıca, yaşlı nüfus oranının %10'un üzerine çıktığı görüldü.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde, evlenme yaşını erkene çekmeyi ve çocuk sahibi olmayı teşvik edici bazı uygulamalar hayata geçirilse de özellikle genç nüfus arasında bu uygulamaların istenilen karşılığı bulamadığı yorumları yapılıyor.
İktidarın 18-29 yaş aralığında yeni evlenecek gençlere vadettiği faizsiz kredi, doğum yardımı, kadınlara yönelik esnek çalışma modeli gibi sadece ekonomik temelli geçici çözümler genç nüfusu tatmin etmezken, yetkililer sorunun temeline inen etkili bir çözüm ya da çalışma girişiminde bulunmamakta direniyor.
Baba Ocağı’na açıklamalarda bulunan Aile ve Yas Danışmanı Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, toplumda evlilik yaşının yükselmesine ve çocuk sahibi olmak istemeyen çift sayısında görülen artışın temelinde yatan sorunları ve toplumun “aile” kavramına bakışını değerlendirdi.
GENÇLER YALNIZCA ÇOCUK DEĞİL ‘UMUT’ DA İSTİYOR
Şengül Hablemitoğlu, evlenme ve çocuk sahibi olma isteğinin yalnızca maddi koşullara bağlı olmadığını vurgulayarak iktidarın teşvik programlarını geçici ve yetersiz bulduğunu söyledi. Gençlerin evlenme ve çocuk sahibi olma kararlarında yalnızca mali imkânları değil, aynı zamanda yaşam tatmini, çevresel güvenlik, eğitim sistemine güven ve demokratik haklara erişim gibi kriterlerin de dikkate alınması gerektiğini söyleyen Hablemitoğlu,“İnsanlar sadece çocuk değil, umut doğurabilecek bir sistem istiyor, toplum yalnızca yardım değil, adalet ve güven duygusu da istiyor” dedi. Hablemitoğlu, “Sosyal politikalar istikrarlı ve tutarlı olmadan, yurttaşın devlete güveni olmuyor” ifadelerini kullandı.GENÇLER HEM AHLAKİ, HEM PSİKOLOJİK BİR ÇÖKÜŞ YAŞIYOR
Yetişen yeni neslin Cumhuriyetin seküler değerleri ile siyasal İslamcılığın dayattığı muhafazakâr yaşam biçimi arasında sıkıştığını söyleyen Hablemitoğlu, şunları söyledi:
“Seküler eğitim almış gençlerin muhafazakâr normlara zorlandığı, laik yaşam biçiminin kriminalize edildiği bir ortamda insanlar, neye ait olduklarını bilemedikleri bir değerler kaosu içinde kalıyor. Bu durum yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda psikolojik bir çözülmeye de zemin hazırlıyor.”
“MUHALEFET ‘AİLE’Yİ YENİDEN TANIMLAMALI”
Türkiye’de muhalefetin özellikle “aile” gibi değer yüklü konularda, iktidarın çizdiği muhafazakâr çerçevenin içine hapsolma eğiliminde kaldığını söyleyen Uzman Danışman, muhalefetin aileyi ideolojik bir alan değil, kamusal bir hizmet alanı olarak yeniden tanımlaması gerektiğini vurguladı. “Muhalefetin aileye dair söylemi, muhafazakâr bir değer çatışmasının değil, toplumsal refahın ve eşitliğin bir zemini olarak kurulmalı” diye konuştu.Muhalefetin aileyi çoğulcu, adil ve dayanışmacı bir çerçevede ele almasını söyleyerek; bunun için bütçesi olan, kalıcı ve hak temelli mekanizmalar geliştirmesi gerektiğini belirtti.
KADINLAR KONTROLÜ ELE ALDIĞINDA DOĞUM ORANLARI YÜKSELİYOR
AKP iktidarının "2025 Aile Yılı" kapsamında açıkladığı proje ve destekler çocuk yapmayı teşvik için yeterli mi? Tabii ki, bu sorunuzun yanıtı hayır, yeterli olamaz. Çünkü bu tür ekonomik teşvikler kısa vadeli etkiler yaratabilir, oysa çocuk sahibi olma kararı sadece maddi koşullara bağlı değil ki. Kadınların eğitim düzeyi, iş güvencesi, toplumsal cinsiyet eşitliği algısı ve gelecek beklentisi gibi yapısal faktörlerin çocuk sahibi olma isteğini belirlediğini gözardı edemeyiz. Nüfus politikaları ancak kadınların yaşam tercihlerini güvence altına alan bir toplumsal düzenle etkili olabilir. Burada önemli bir eksiklik var; AKP’nin sunduğu bu tür teşvik paketleri kadınların bakım emeğini görünmeyen ve karşılıksız bir alan olarak yeniden üretme eğiliminde. Ancak çağdaş demografik araştırmalar gösteriyor ki, doğurganlık artışı, kadınların kamusal yaşamda güçlenmesiyle ters orantılı değil. Aksine, İskandinav ülkelerinde gördüğümüz gibi, kadınların hayatlarının kontrolünü ellerine aldıkları koşullarda doğum oranları yükseliyor. Türkiye’de ise kadınlara sunulan desteklerin ev içinde kalmaya teşvik eden, onları istihdamdan uzaklaştıran ve bireysel özgürlük alanlarını daraltan bir yapısı var. Destek ve projeler toplumda karşılık buluyor mu?Projelerin çoğu popülist vaatler düzeyinde kalıyor. Gerçek bir karşılık bulması için bu desteklerin sürekliliği, erişilebilirliği ve kapsayıcılığı gerekir. Örneğin, kamuda sınavsız istihdam vaadi, liyakat ilkesini zedelerken, genç kadınlar arasında da yaygın bir güvensizlik yaratıyor. Toplum yalnızca yardım değil, adalet ve güven duygusu da istiyor. Bu tarz projelerin çoğunun kamuoyunu etkilemeye yönelik olduğunu biliyoruz. Kreş desteği gibi uygulamalar ise, çoğu zaman yalnızca belirli illerde, sınırlı sayıda kişiye ulaşıyor. Kapsayıcı olmayan bu sistemler, toplumda eşitsizliğin yeniden üretilmesine yol açıyor. Ayrıca sosyal politikalar istikrarlı ve tutarlı olmadan, yurttaşın devlete güveni olmuyor. Bu nedenle projelerin toplumsal karşılığı çoğu zaman geçici bir memnuniyetle sınırlı kalıyor.
Sorun yalnızca ekonomik mi?Yani demin de söylediğim gibi, sorun salt ekonomik değil. Ekonomi bir etken ama tek başına açıklayıcı değil. Bugünün gençleri, otoriterleşmiş bir yönetim, belirsiz bir gelecek, güvencesiz iş koşulları ve artan toplumsal baskı altında yaşıyorlar. Sorun aynı zamanda bir yaşam tarzı ve değerler krizi. İnsanlar sadece çocuk değil, umut doğurabilecek bir sistem istiyor. Gençlerin çocuk sahibi olma kararlarında yalnızca mali imkânları değil, aynı zamanda yaşam tatmini, çevresel güvenlik, eğitim sistemine güven ve demokratik haklara erişim gibi kriterleri de dikkate almadıklarını sanıyorlarsa büyük bir yanılgı içindeler. Türkiye’de her geçen yıl artan beyin göçü, gençlerin burada bir gelecek kurma konusundaki inançsızlığının güçlü bir göstergesi. Bu nedenle mesele, yalnızca “çocuk yapmaya teşvik” değil; gençlerin kendilerini var edebilecekleri bir toplumu hayal edememesi meselesidir.
"İNSANLAR DEĞERLER KAOUSU İÇİNDE..."
AKP Türkiyesi’nde cumhuriyet değerleri ile muhafazakarlık arasında gidip gelen bir “kültürel melezlik” ile bir tür aidiyet yitimi ve ahlaki çöküş yaşandığı söylenebilir mi?Evet, bu bir kültürel melezliktir ancak bu melezlik yönetilmiyor, istismar ediliyor. Cumhuriyetin seküler değerleri ile siyasal İslamcılığın dayattığı muhafazakâr yaşam biçimi arasında sıkışan birey, aidiyet duygusunu kaybediyor. Bu da hem ahlaki söylemlerin içini boşaltıyor hem de genç kuşakta yoğun bir yabancılaşmaya yol açıyor. AKP iktidarı, bir yandan modernleşmenin olanaklarından faydalanırken diğer yandan moderniteyi şeytanlaştırıyor. Bu tutarsızlık, yurttaşta ideolojik bir yönsüzlük yaratıyor. Seküler bir eğitim almış gençlerin muhafazakâr normlara zorlandığı, laik yaşam biçiminin kriminalize edildiği bir ortamda insanlar, neye ait olduklarını bilemedikleri bir değerler kaosu içinde kalıyor. Bu durum yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda psikolojik bir çözülmeye de zemin hazırlıyor.
Aile yalnızca muhafazakarların mı bir değeri?Kesinlikle hayır. Aile, her ideolojik kesim için anlam taşıyan bir kurum. Farklı aile biçimlerinin tanınması –örneğin tek ebeveynli aileler, LGBTİ+ aileler, çocuk sahibi olmak istemeyen çiftler– muhafazakâr olmayan kesimlerin de aileyi sahiplendiğini gösterir. Aileyi tek bir kalıba sokmak, toplumsal gerçekliğe aykırıdır. Aile kavramı tek tip değil, çeşitli ilişki biçimlerini kapsayan bir çatı kavram hâline gelmiştir. Aileyi yalnızca biyolojik bağla tanımlamak yerine, bakım, sevgi, sorumluluk ve ortak yaşam idealleri üzerinden tanımlamak gerekir. Bu bağlamda sol, sosyal demokrat ya da feminist politikalar da aileyi savunabilir – ancak bu, hiyerarşik ve ataerkil bir aile değil, eşitlikçi ve destekleyici bir toplumsal birim olarak ailedir. Aileyi muhafazakâr tekeline bırakmak, hem politik hem kavramsal olarak büyük bir kayıptır bence.
Muhalefet, “aile” konusunda ne tür girişimlerde bulunabilir?Türkiye’de muhalefet, özellikle “aile” gibi değer yüklü konularda, iktidarın çizdiği muhafazakâr çerçevenin içine hapsolma eğiliminde oluyor. Bu da çoğu zaman ya reaktif ya da çekingen bir dilin ortaya çıkmasına neden oluyor. Oysa yapılması gereken, aileyi ideolojik bir alan değil, kamusal bir hizmet alanı olarak yeniden tanımlamak ve bu alanda somut fayda sağlayan çözümler üretmek. Muhalefetin aileye dair söylemi, muhafazakâr bir değer çatışmasının değil, toplumsal refahın ve eşitliğin bir zemini olarak kurulmalı; çünkü toplum, ideolojik niyetlerden çok kendisine dokunan, hayatını kolaylaştıran hizmetleri destekler. Dolayısı ile muhalefet, aileyi çoğulcu, adil ve dayanışmacı bir çerçevede ele almalı diye düşünüyorum. Bunun için bütçesi olan, kalıcı ve hak temelli mekanizmalar geliştirmelidir.
babaocagi.com