Reyting yetmiyor, takipçi sayısı da kurtarmıyor

Televizyon dünyasında bir dizi daha sessiz sedasız final yoluna girdi. Büyük beklentilerle başlayan, iddialı afişlerle tanıtılan, “güçlü kadro” vurgusuyla pazarlanan yapımlar artık birkaç ay bile dayanamaz hâlde. Rüya Gibi, ondan önce Sakıncalı, Ben Leman… Liste uzuyor, sorular da.

Sorunun adı çoğu zaman “reyting” olarak konuluyor. Oysa mesele yalnızca izlenme oranları değil. Reklam gelirlerinin enflasyon karşısında erimesi, yapım maliyetlerinin hızla yükselmesi ve televizyon ekonomisinin sürdürülemez hâle gelmesi asıl belirleyici. Geçen yıl ayakta duran diziler, bu yıl aynı reytingle dahi yoluna devam edemiyor.

Ancak izleyicinin ana akım televizyondan uzaklaşmasının tek nedeni ekonomi de değil. Dizilerin büyük bölümünün hâlâ niteliksiz erkek şiddeti, feodal yapıların romantize edilmesi ve çarpık ilişkiler üzerine kurulması, seyircide ciddi bir bıkkınlık yarattı. Aynı hikâyeler, aynı karakterler, aynı toksik ilişkiler… Üstelik bunlar “dramatik” adı altında meşrulaştırılıyor. Seyirci ise artık bu tekrarları izlemek istemiyor.

Bir başka belirleyici unsur ifade özgürlüğü ve oto sansür. Ana akım televizyon, yalnızca açık sansürle değil, içselleştirilmiş bir oto sansürle çalışıyor. Senaryolar daha yazım aşamasındayken törpüleniyor, riskli görülen her cümle ayıklanıyor. Güçlü romanlardan uyarlanan diziler bile, bir süre sonra reyting kaygısıyla tanınmaz hâle geliyor. Karakterler derinliğini kaybediyor, hikâye yüzeyselleşiyor, edebiyatın sunduğu zenginlik yerini formüle edilmiş dramatik şablonlara bırakıyor.

Bu tabloya dijital şöhret meselesi eklenince sorun daha da görünür hâle geliyor. Bugün takipçi sayısı yüksek olan isimler, dijital platformlarda, sinemada ve televizyonda art arda başroller alabiliyor. Örneğin bir oyuncu, dizileri yayından kalksa dahi dijital platformlarda ve sinema projelerinde başrol oynamaya devam ediyor. Bu bir tercih meselesi değil, sistemin neyi “değerli” gördüğüyle “takipçi” ile ilgili. Yetenek yerine milyonları aşan takipçi sayısı baz alınıyor.

Buna karşılık, mesleki yetkinliği, sahne ve kamera deneyimi tartışılmaz pek çok başarılı oyuncu, yılda bir projede dahi yer bulamıyor. Çünkü artık oyunculuk, yetenekten çok görünürlükle ölçülüyor. Takipçi sayısı, CV’nin önüne geçiyor. Nur Fettahoğlu’nun altını çizdiği tam da bu eşitsizlik: Görünür olanın, nitelikli olanın önüne geçtiği bir düzen.

Erken finaller yalnızca izleyiciyi değil, sektördeki tüm emekçileri etkiliyor. Nihal Yalçın’ın “Keşke romantize etmek yerine sektörün acımasızlığını konuşabilsek” çıkışı bu yüzden önemli.

Çünkü bizde bu düzen değiştirilemezmiş gibi kabul ediliyor. Oysa yaşananlar, alınan kararların ve sürdürülen politikaların sonucu. Oysa bu, tercihlerin ve sistemin sonucu.

Ve elbette sendika meselesi… Oyuncular Sendikası zaman zaman açıklamalar yapıyor ama Türkiye’de sendikalı olmak hâlâ “riskli” görülüyor. ABD gibi kapitalizmin merkezinde bile oyuncular, senaristler ve teknik ekipler sendikalı ve söz sahibiyken; bizde astronomik ücretler alan pek çok star oyuncunun dahi sendika üyesi olmaması, bu eşitsiz düzenin sürmesini kolaylaştırıyor.

Bugün diziler erken final yapıyor, yarın başka projeler rafa kaldırılıyor. Ama asıl soru hâlâ ortada duruyor: İzleyici neden ana akım televizyondan uzaklaşıyor?

Bu finaller yalnızca hikâyeleri değil, binlerce insanın geçimini de yarıda bırakıyor. Bir dizi yalnızca oyunculardan ibaret değil; senaristinden yönetmenine, ışıkçısından kostümcüsüne, sanat ekibinden set işçisine kadar geniş bir emek zinciri demek.

Türkiye’de dizi sektörü, doğrudan ve dolaylı olarak on binlerce kişiye istihdam sağlıyor. Tek bir dizinin setinde ortalama 150–300 kişi çalışıyor. Erken final kararı alındığında, bu insanların tamamı bir gecede işsiz kalabiliyor. Üstelik çoğu güvencesiz, sözleşmesiz ve sendikasız.

Ama asıl soru hâlâ ortada duruyor: İzleyici neden ana akım televizyondan uzaklaşıyor? Reyting neden düşüyor? Takipçi sayısı neden her şeyin ölçüsü hâline geldi?

Belki de artık mesele, hangi dizinin tuttuğu değil; bu sektörün kimi, neyi ve hangi bedelle görünür kıldığı meselesi. Reyting tablolarının ardında yalnızca sayılar değil, işsiz kalan set çalışanları, yarım kalan emekler ve sessizce dağılan ekipler var. Ve bu tablo, artık görmezden gelinemeyecek kadar büyüdü.