Türkiye Komünist Partisi, AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "süreci bundan sonra AKP, MHP, DEM ile ittifak halinde yürüteceğiz" sözlerini Cumhur İttifakı'nın genişlemesi olarak değerlendirmiş ve bu süreci yalnızca güncel bir pazarlık ya da taktiksel yakınlaşma değil; geçmişten bugüne Cumhuriyet’e karşı yürütülen ideolojik ve siyasal hesaplaşmanın yeni bir evresi olarak nitelemişti.

TKP açıklamasının ayrıntılarını ve yeni "çözüm süreci"ne ilişkin son gelişmeleri TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'a sorduk.

Meselenin basit bir siyasi işbirliği olmadığını vurgulayan Okuyan, “Farklı kalkış noktalarıyla da olsa Cumhuriyet’in kuruluşu ile sorunu olan iki siyasi çizginin işbirliğinden söz ediyoruz” dedi.

TKP'nin süreci yalnızca silahların susması üzerinden değil, ideolojik ve tarihsel içeriğiyle de değerlendirdiğini hatırlatan Okuyan, “Ortaya çıkan, ana hatları belli olan mutabakatta benimsediğimiz hiçbir şey yok. Tersine son derece tehlikeli bir süreç işliyor” yorumunda bulundu.

İktidarın "genişleyen Türkiye" söyleminin emperyalizmin ihtiyaçlarıyla da birleştiğine işaret eden Okuyan, bölgede bir "sermaye barışının" hedeflendiğini söyledi.Türkiye Komünist Partisi, hükümetin "Terörsüz Türkiye", PKK'nin "Barış ve Demokratik Toplum" diye adlandırdığı sürece ilişkin 12 Temmuz'da yaptığı açıklamaya "Genişletilmiş Cumhur İttifakı'na dair ilk değerlendirmeler" başlığını attı. Ancak Erdoğan'ın aynı gün yaptığı konuşmada yer alan "süreci bundan sonra AKP, MHP, DEM ile ittifak halinde yürüteceğiz" ifadesi resmi basın açıklamasından çıkarıldı. Bu nasıl açıklanmalı? Genişletilmiş Cumhur İttifakı henüz oluşmadan tarih mi oldu?

İktidar kanadının acelesi var. Hayat pahalılığından ve adaletsizlikten bezmiş olan topluma hızla bir şeyler sunmak ve Cumhur İttifakı'nın daralan toplumsal tabanını genişletmek istiyorlar. Günler boyunca "müjde geliyor" diye anonsu yapılan konuşmada ilgi çekici yeni bir unsur yoktu. Bu açığı kapatmak için DEM'in artık "düşman" tanımından çıkarıldığını ve muteber bir parti haline geldiğini Bahçeli'den sonra ilan etme ihtiyacı duydu belli ki. Ancak bunun DEM tabanında güle oynaya karşılanması mümkün değildi. Bu nedenle Erdoğan'ın konuşmasının hemen ardından Pervin Buldan bir yandan konuşmanın içeriğinden çok memnun olduklarını ifade ederken diğer yandan da Cumhur İttifakı'nın parçası haline geldikleri izlenimini ortadan kaldırmaya ya da en azından yumuşatmaya çalıştı.

Erdoğan bu ifadeleri, hiç karşılığı olmadığı halde kendi kendine mi söylemiş oldu?

Hayır, öyle olur mu! Uzun bir süredir görüşmeler yapılıyor en ince ayrıntısına kadar. Erdoğan'ın konuşmasında bir emrivaki olduğunu düşünmek saçma. Ancak bu sürecin pürüzsüz, gerilimsiz gelişmesini beklemek de anlamsız. Bu ne Türkiye ne bölge ne dünya gerçekliğine uygun.

Peki DEM'in parti olarak, Cumhur İttifakı'nın parçası olmasa bile hükümetle birçok konuda işbirliği yapması mümkün mü? Bu işbirliğinin bir Anayasa değişikliği ile somutlanması olasılığı hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Bu işbirliği bir olasılık değil, bir gerçek olarak görülmeli artık. Bakın dar anlamıyla DEM'den söz etmiyoruz. Kısa süre öncesine kadar bir itham ve suç unsuru olarak görülen Öcalan, DEM, PKK bağlantısı resmi bir kabul gördü, hatta devlet açısından bir olanağa dönüştü. Bu anlamda şu ana kadarki mutabakatın parti içinde ortaya çıkabilecek ve çıkan tereddütler bir yana DEM'i de kapsadığını biliyoruz. DEM'in iç tartışmaları bu partiyi ilgilendirir. Zaten DEM'in yeniden yapılandırılacağı, hatta yeni bir oluşumun ortaya çıkacağı da söyleniyor. Ne olursa olsun iktidar ile girilen süreç, basit bir "silah bırakma" değil. İki tarafın da stratejik hesap ve hedefleri var. Bunların örtüşen kısmı var, örtüşmeyen kısmı var. Ama örtüşen kısmıyla devam etmeye karar verdiler ki, olay bu noktaya kadar geldi. Tarafların sürece dönük angajmanlarına bakıldığında bu sürecin kolay kolay terk edilemeyeceği kolaylıkla anlaşılır.

Nedir örtüşen kısmı?

Parti açıklamamızda da yer alıyor. Farklı kalkış noktalarıyla da olsa Cumhuriyet'in kuruluşu ile sorunu olan iki siyasi çizginin işbirliğinden söz ediyoruz. Bunun basit, geçmişe dönük bir olgu biçiminde değerlendirilmesi büyük bir hata olur. Elbette geçmiş geçmiştir ama geçmişe bakış aynı zamanda güncele müdahaledir. TKP'nin spekülasyonu değil bu. AKP iktidarının 23 yılına, beri yanda sadece Öcalan'ın bu son süreçteki konuşmalarındaki vurgulara bakmak bile yeterli. Cumhuriyet ile dertleri var. Bunun tartışılacak bir yanı bulunmuyor.

Ancak iktidar çevrelerinden son dönemde Atatürk'e saygı olarak değerlendirilebilecek açıklamalar geliyor. Bir değişim olamaz mı bu?

Değişim şurada. Bu toplum Mustafa Kemal'e tutunarak ciddi bir direnç üretti ya da AKP'yi itirazın önemli bir bölümü Mustafa Kemal'e tutundu. Fark etmez. İktidarın bunu görmemesi mümkün değil. Bu nedenle doğrudan bir karşı karşıya geliş yerine başka yöntemlerle kırmaya çalışıyorlar söz konusu direnç ve tutamak noktasını. Ancak iktidar cenahından birçok kişi ya da odak süreklileşmiş bir biçimde hakarete varan söylemlerle Cumhuriyetle hesaplaşmayı canlı tutuyor. Evet, gerek görüldüğünde bunlar iktidar sözcüleri tarafından kınanıyor ama iktidar bu tür salvoları haylazlık olarak değil zorunluluk olarak görüyor. Bu ülkede son 20 yıl boyunca en büyük özgürlük alanı halifelik, imparatorluk, şeriat özlemcilerine açıldı. Bunu "arada aşırılar da var" diye açıklayanlar yanılıyor. Türkiye'de siyasal İslam bir bütün olarak iktidardadır, onun hiçbir parçası üvey evlat değildir.

Son Dakika... CHP'li bir belediye başkanı daha görevden uzaklaştırıldı!
Son Dakika... CHP'li bir belediye başkanı daha görevden uzaklaştırıldı!
İçeriği Görüntüle

AKP ile DEM arasındaki mutabakata geri dönecek olursak, Cumhuriyet konusunun dışında bir başlık yok mu?

Cumhuriyet çok kapsamlı bir mesele. Daha sonra aşınan, aşındırılan birçok değer 1923'te Cumhuriyet ile taçlanan kurtuluş ve kuruluşta bu topraklara yerleşti. Kamuculuk, yurtseverlik, aydınlanmacılık bu ülkede hâlâ bir biçimde direniyorsa bunun tarihsel kökleri, enerji kaynakları olduğunu kim inkar edebilir. Bu değerleri kazımak, toplumun hafızasını bu değerlerden temizlemek için yıllardır sistematik bir çaba gösteriliyor. Bu çabanın sahipleri ve destekçileri orta yerde dururken aptalı oynayacak değiliz. Aslında bugüne kadar uzanan bir siyasi çekişmede aynı safta yer alan iki hareketten söz ediyoruz. Bu nedenle Turgut Özal'da kolayca anlaştılar örneğin. Bu tercih sadece "Özal Kürt sorununu çözecekti"ye daraltılamaz. Özal'ın Türkiye tarihinde özel bir anlamı var. 1900'lerin başından bugüne gelen bir çekişmede taraflardan birinin kendini gizlemeyen fanatik kadrolarındandır Özal. Türkiye'nin bütün tarihini bu çekişmeyle açıklayamasak da, bir ileri-geri kavgası yaşandığı ortada. Burada bir tutarlılık var. Batı ittifakı, NATO konusunda örtüşüyorlar. "Yerelleşme" konusunda örtüşüyorlar. "Militan laiklik" eleştirisinde örtüşüyorlar. Bu örtüşmeler daha net bir tablonun çıkmasına mı yarayacak yoksa bu süreç kısa vadeli bazı hesapların ardından bir tıkanma mı yaşayacak bunu göreceğiz. Ancak bizim şu anda veri alacağımız, tarafların kendi içindeki tartışmalar değil, en yetkili ağızların dillendirdikleri ve fiilen yapılanlardır. Her meselede olduğu gibi bu konuyu da içeriğe bakarak değerlendireceğimizi başından beri söyledik, onu yapıyoruz. Dolayısıyla konunun "silahların susması" kısmı kesinlikle olumludur, buna itiraz etmek abestir. Tabular, yasaklar bu toplumu esir aldı. Şimdi madem "siyaset" deniyor, konuyu siyaseten tartışalım. Bu bağlamda açık açık ilan ediyoruz ki, ortaya çıkan ana hatları belli olan mutabakatta benimsediğimiz hiçbir şey yok. Tersine son derece tehlikeli bir süreç işliyor. İçerik ve doğrultu itibariyle. Buna karşı farklı bir program geliştirilmelidir, bunu yapıyoruz zaten.

Türkiye'de bu süreçle birlikte siyasetin alanının genişleyebileceğini düşünüyor musunuz? CHP'ye dönük operasyonlar sürerken bu mümkün mü?

Bugünkü adaletsizlikler, siyaset alanına müdahaleler, seçme ve seçilme hakkının gasp edilme girişimleri iktidarın gücünü mü zayıflığını mı gösteriyor sorusuna kesin yanıt vermek çok zor. İktidar bu ölçüde keyfi uygulamaları gözünü kırpmadan yapabiliyorsa güçlüdür. Ancak bu uygulamalar iktidarın tabanını daraltmaya, öfkeyi artırmaya ve hem hükümet hem devlet içi gerilimleri derinleştirmeye yol açıyorsa, ciddi bir zayıflıkla da karşı karşıyayız demektir. Suriye'de iktidar değişikliğinde AKP'nin parmağı vardı ama Halep-Şam hattındaki bu başarı toplumda zerre heyecan yaratmadı. Sonra yeni çözüm süreci ilan edildi, ilerledi, Öcalan açıklama yaptı, video çekti, silahlar yakıldı yine heyecan yok. Baklava kutusunda para görüntüleri yayınladılar, bütün kanallar binlerce kez döndürdü o görüntüleri, yine heyecan yok. AKP tabanından söz ediyorum. "PKK ile anlaştık, diğerlerini dövmeye devam edebiliriz" türünden bir anlayışla bu ülke yönetilemez. Dahası, Türkiye'de bugünkü düzen CHP olmaksızın ayakta kalamaz, yıkılır. Bu nedenle sürdürülemez bir durum var. AKP bu işi bir yere bağlamaya çalışacak. Bir demokratikleşme filan olamaz ama bir yumuşama görüntüsü elbette olabilir. Ancak olasılıklardan sadece bir tanesidir bu.

Selahattin Demirtaş'ın ve DEM'li başka siyasetçilerin serbest bırakılacağı söyleniyor. Sizce bu mümkün mü?

Mümkün elbette. Her zaman söyledik, süreç içinde birçok siyasetçi rehin alındı. Ne için? Pazarlık için. Bir noktada bırakacaklardı. Bir demokratikleşme görüntüsü yaratmak için bir fırsat. Öte yandan hukuk ya da adalet açısından baktığınızda zaten tartışılacak bir taraf yok. Derhal bırakılmaları gerekiyor. Bunun başka yararları da olacak. İçerik ve doğrultuyu konuşacağız. İçerik ve doğrultuyla ilgili mücadele edeceğiz. Türkiye'de insanlara yapılan haksızlıklar gerçek siyasal taraflaşmaların önünde bir engel olarak durdu yıllarca.

Diğer olasılık, AKP'nin daha da sertleşmesi mi?

Tekrar altını çiziyorum, AKP iktidarının ya da daha genel söyleyeyim bugünkü sistemin bir demokratikleşme süreci yaşaması imkansızdır. Mümkün olan, AKP'nin kendisini kabullenenlerle bir "normalleşme" görüntüsü vermesidir. Zaten şu anda Genişletilmiş Cumhur İttifakı bile AKP'ye daha da sertleşme imkanı vermiyor. Diğer olasılık olarak görülmesi gereken, tepedeki kavgaların Türkiye'yi derin bir yönetme krizine sokmasıdır. Bu kuşkusuz bir normalleşme görüntüsünü imkansız hale getirir.

Tepede bir kavga mı var?

Dünyada içeride ya da yönetimin tepesinde kavga olmayan pek az ülke var. Defalarca söyledik, görünürde AKP ile CHP arasında bir mücadele sürmesine karşın, konu çok daha kapsamlı. Türkiye'de sistem içi siyasi gerilimlerden sadece bir tanesi AKP ile CHP arasında. Ama başka gerilimler de var. Devlet kurumları arasında, tarikatlar arasında, AKP içinde, kabinede, sermaye grupları arasında. Ve bunların hepsi birbiriyle etkileşim içinde. Hatırlayalım, geçtiğimiz hafta herkes Hakan Fidan ile İbrahim Kalın arasındaki mücadeleyi konuşuyordu. Bu çekişmeler bazen kişisel düzeyde başlayıp sonra farklı çekişme ve taraflaşmalarla etkileşime girerek daha kapsamlı hale geliyor, hatta uluslararası boyut kazanabiliyor. Erdoğan'ın bütün bu sürtüşmeleri yönetebildiğini söylemek mümkün değil. Şu anda bazı konularda hiç aykırı ses çıkmamasını mutlak uyumla açıklamak en büyük yanlış olur. Burjuva politikası açıklık ve samimiyetle değil, riya ve ilkesizlikle yürür.

Bu kavga son çözüm sürecini de etkiler mi?

Son çözüm sürecinde mutabakat halinde gözüken siyasi güçlerin içinde oldukça farklı eğilimler var. Şimdilik bir yol bulunmuş gözüküyor. Ancak konu başka güçleri de ilgilendiriyor. ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, İran ve diğerleri. Başka sorunlardan yalıtık ya da kimilerinin iddia ettiği gibi her şeyin üstünde bir sorunla ilgili değil yeni süreç. Bütün konular iç içe. Ticaret yolları, enerji kaynakları, etki alanları, İsrail'in güvenliği, Çin'in kuşatılması, Rusya'nın bölgedeki etkisinin azaltılması... Bütün bu başlıklarda gerilimsiz, çekişmesiz ve hatta çatışmasız bir dünya olmaz. Şu anda bu sürece önemli bir itiraz gelmiyor gibi ama bunun nedeni, birçok aktörün bu sürece istediği yönü verebileceğine dair bir inanç. Yarın o farklı çıkar ve hedefler çekiştirmeye başlayacak. Bakın Suriye'de HTŞ'yi devlet yapan süreçte İngiltere, İsrail, Türkiye, ABD, Katar vardı. Ortak hareket ettiler. Ancak her birinin Suriye tasarımı bir ötekinin ayağına çelme takabiliyor. İngiltere ve ABD arasında bile çekişme var Suriye'de. Aynısı "PKK sonrası bölge" açısından söylenebilir. Dolayısıyla iktidarın "müjde, önümüzü açtık inşallah" söyleminin bir karşılığı yok.

Ama birçok açıdan Türkiye'nin istediği gibi gitmiyor mu süreç? Örneğin ABD Büyükelçisi Barrack'ın açıklamaları sevinçle karşılanıyor.

Türkiye'nin istediği gibi ifadesinden uzak durmak gerek. AKP diyelim, iktidar diyelim, Türkiye kapitalizmi diyelim. Halkımızın Barrack ya da bir başka ABD yetkilisinin tek bir açıklamasını "sevinçle" karşılaması bile zuldür. Ne yapacağız Osmanlı'yı övdü diye mi alkışlayacağız?

Suriye'nin bölünmesine izin vermeyeceklerini de söyledi. Hatta SDG'nin ismini zikrederek "onlara özerklik borcumuz yok" dedi.

Suriye'yi illa resmen bölmeleri gerekmiyor. Açık açık söylediler, Şara bizim adamımız diye, biz yetiştirdik filan. Ajanımız diyorlar. Şara'nın Suriye'yi yönetecek gücü yok. Hemen arkasından özerk bölge yönetiminden bir açıklama geldi, "merkezi hükümet içinde asla erimeyiz" diye. Bu tartışmalar sürecek. Ancak Suriye'nin tamamının Şam merkezli hükümete biat etmesi imkansız. Yalnızca SDG değil, Dürzi bölgesi de bunu yapmaz. Bir yol bulurlar ya da çatışmalar yine başlar. İşte daha bugün Dürzi bölgesinden şiddetli çatışma haberleri geldi. Barrack denen adamdan mı öğreneceğiz siyaset yasalarını!

Sevr tartışmalarına değinmek istiyorum biraz. Ayrı devletten, federasyondan, özerklikten vazgeçtik dedi Öcalan. Bu bir rahatlama sağlamaz mı? Bölünme paranoyası siyaseti kilitleyen faktörlerden biri değil miydi?

Bölmek, parçalamak amaç değildir, bir yöntemdir. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ya da Sovyetler yıkıldıktan sonra gündeme gelen "bölücü" hamleler emperyalist ülkeler arası çelişkilerin ve hegemonya mücadelesinin ve de çok uluslu tekellerin yayılma perspektifinin ürünüydü. Esas olan, doğal zenginliklere, enerji kaynaklarına, ticaret yollarına, yeni pazarlara, ucuz iş gücüne çökme arzusudur. Bu arzu bitmiş değil. Türkiye söz konusu olduğunda, zaten on yıllar boyunca istedikleri yola soktular. Ancak arzu ve hırsları bitmez. Lozan, can sıkıcı bir gelişmeydi emperyalistler için. Bunu unutmuyorlar. Bundan kurtulmak elbette isterler. Şu anda Türkiye'yi gevşetme stratejisiyle hareket ediyorlar. Gevşetme nedir? Sınır geçişkenliği, belirsizleşmesi... Bu tek taraflı olmaz. Türkiye'de holdinglerin ihtirasları, ki TÜSİAD da MÜSİAD da bu işin içinde ve AKP'nin Osmanlıcılık sevdası, bu gevşemeyi dışa doğru da olanaklı hale getiriyor. Bu süreç, "barış" getirmez. Rekabet keskinleşir. Kimse Türkiye kapitalizmine "al bu bölgenin efendisi sen ol" demez. Geçici bir mutabakat olur ama buradan kavga çıkar. İşte o kavgada gevşeyen Türkiye, dağılmaya sürüklenebilir.

TKP bir "sermaye barışı"ndan söz etti açıklamasında. Bunun anlamı nedir? Bir de sermayeden de gelse barış kötü bir şey mi?

Para kazanmak istiyorlar. Büyük kârlar elde etmek. Çin'i dışarıda bırakmak, onun yükselişine alternatif olacak bölgeler yaratmak. İbrahim anlaşmalarının hedefi sadece İsrail'in güvenliği değildi. Filistin, Suriye, Irak, Lübnan çok uluslu tekellerin yağmasına açılacak. Burada bir "sermaye barışı" hedefleniyor. AKP de buna gözünü dikti ve güveniyor. Son sürecin burada el yükselttiğini düşünüyorlar. Ama unutmayalım, son süreçte şantaj mekanizması devreye girdi. "İsrail'in oyununu bozduk" diyorlar. Hayır İngiltere ve İsrail şantaj yaptı. Hedeflenen buydu. Şimdilik bir uyum var. Ama bu alanda büyük rekabet olacak. Emperyalist dünyada rekabet, savaş demektir. O yüzden sermaye barışı diyoruz. Sermaye barışı da savaş demektir. Daha şimdiden Türkiye İmparatorluğu demeye başladılar. Az önce de vurguladım, kendi tabanında dahi heyecan yaratmıyor bu güncel fetihçilik. Çünkü insanlar korkuyor. Tarihten biliyor, güncel olarak biliyor, yayılmanın sonuçlarını.

TKP ne yapacak bu süreçte?

Ne yapacağımızı, yapmakta olduğumuzu her fırsatta açıklıyoruz. Cumhuriyetçi birikimi antikapitalist bir zeminde yeniden ayağa kaldırmak için üzerimize düşeni yapacağız. Biz bu son sürecin karşısında değiliz. Biz emperyalizme, sömürüye, tarikatlara, yayılmacılığa, cumhuriyet düşmanlığına karşıyız. "Asla görüşülmez, uzlaşılmaz" demekle "ne görüşüldü, nerede uzlaşıldı" sorusunu sormak arasında çok önemli bir fark var. Biz bir siyasi partiyiz. Taraflar gerçek meseleler üzerinden, program, hedef ve ilkelerden hareketle oluşmalı, bu toplum taraflaşmalıdır. Sonuçta aydınlık ve ilerici olan kazanacaktır.