Öfkenin yetmediği, acının bitmediği bir ülkede umut nerede?

Doğası, insanı, denizi, tarihi ile ülkemiz adeta bir cennet. Peki bizler bu cennetin nasıl cehennemini yaşıyoruz? Cennet içinde cehennem nasıl yaşanır, yaşatılır?

Ülkesinin, yaşadığı şehrin; doğasını, denizini, tarihi göremeden yaşayan insanlar… Bunları göremeden yetişen çocuklar… Bir beyaz ekmek ve birkaç zeytinle doyan karınlar… Yarın var mı belirsizliği ile geçen ömür, ihmallerle ölen insanlar, öldürülen çocuklar, kadınlar, işçiler, askerler, talan edilen, yangında kül olan ormanlarımız, ölen-öldürülen hayvanlar…

Her yeni güne başka bir kalp ağrısıyla uyanmak, her günü başka bir kalp ağrısı ve öfkeyle sonlandırmak… Yorulmak, baş edememek, kabullenememek, tükenmek… Uykusuz geçirilen geceler, mutsuz başlayan sabahlar, yok olan umutlarımız…

Öfkemiz yetmiyor yaşananları sonlandırmaya, yitirdiğimiz canları geri getirmeye. Artık yeter, dayanamıyorum dediğimiz o an da başka bir şey daha yaşıyoruz. Öfkelerimiz boyumuzu aştı, aşıyor! Ama öfkemiz artık yetmiyor, acılar son bulmuyor.

Ne bekliyoruz ki yaşadığımız şehirden, ülkeden? Yaşamak istiyoruz, adalet istiyoruz, ihmallerle kayıplar yaşamamak istiyoruz.

Çalışıp karşılığını almak, elli kere düşünmeden bir salkım üzüm, bir şişe süt almak; borçlanmadan kiramızı ödeyip, geçinmek istiyoruz. Çocuklarımız hastanede öldürülmesin; okulda, serviste, sokakta kötü muamele görmesin, yaşadığı mahallede, okuduğu okulda güvende olsun istiyoruz.

Başımıza bir iş geldiğinde, gerçek adaletin tecelli edeceğinden emin olmak, öldürülme korkusu olmadan gece dışarıda yürüyebilmek, gerekli tedbirlerin alındığından emin olarak çalışmak. Raydan çıkmayacağını bilerek, korkmadan trene binmek, yıkılmayacağını bilerek bir apartmanda oturmak, yanmayacağını bilerek bir otelde kalmak istiyoruz.

Olursa bir ev-araba, olmazsa canımız sağ olsun! Ama gerçekten sağ olsun. İhmallerle, katliamlarla, depremler ve yangınlarla ölmek değil; ecelimizle ölmek istiyoruz. İnsanca yaşamak istiyoruz. Birileri ceplerini doldururken, diğeri özlemle bakmasın istiyoruz. Eşit ve adil yaşamak istiyoruz. Mutlu olmak, hatta mutsuz olmamak istiyoruz.

Ama olmuyor. Çünkü; bir taraf onlar bir taraf biz, bir taraf zenginler bir taraf yoksullar, bir taraf talancı bir taraf köylü, bir taraf haksız ama güçlü, diğeri haklı ama mağdur… Bir taraf onlar bir taraf biz. Bir taraf zorba, bir taraf mücadele… Bir taraf ölüm, bir taraf yaşam. Bir taraf zulüm, bir taraf yine biz…

Çelişkiler ülkesiyiz artık. İşte bu çelişkinin kazananı; zenginler, talan edenler, haksızlar, güçlüler değil; yoksullar ve haklılar olacak! Köylüler ve işçiler, ağaçlar ve hayvanlar, kazanan; çocuklar ve gençler, gelecek olacak. İşte bu çelişki bizi doğruya, doğru umuda götürecek.

Umut ise uzakta değil, haklılığımızda saklı…

Umut çocukların gülüşünde, gençlerin aklında, yaş almışlarımızın kalbinde, işçinin emeğinde, kadınların cesaretinde, ağaçların gölgesine, hayvanların sevgisinde… Umut inancımızda, umut içimizde, umut bizde…

Umut; doğan güneşte, rüzgarda salınan yaprakta, toprağa düşen yağmurda, inatla yeniden başlayan bir günde… Umut hala bizimle. Onu yeşertip, yanımızdakine bulaştırmak da bizim ellerimizde…

Tekrar o umutla tutunca yanımızdaki eli daha güçlü ayağa kalkacağız, ayağa kalktıkça daha çok insana umut olacağız. Az değil, yalnız; umutsuz değil yorgunuz aslında. Birbirimizin omzunda dinlenecek, birbirimizin varlığıyla can bulacağız. Yolumuzu yalnız değil birlikte yürüyecek, gelecek güzel günleri birlikte kucaklayacağız.

Umudunu yitirmeyenlere kucak dolusu sevgilerle…