Nobel’den Trump’a

Alfred Nobel…

1833 yılında İsveç’in Stockholm kentinde dünyaya geldi.

Kimyager, mühendis ve mucitti.

Yaşamı boyunca 355 farklı buluş gerçekleştirdi ama bunlardan en önemlisi dinamitti.

Dinamit, icadından sonra hem endüstri hem de savaşlarda yaygın olarak kullanıldı.

Kentleri yok etti; kitlesel ölümlere yol açtı.

Terör eylemleri, sabotajlar, maden aramaları derken çok sayıda insanın ölümüne sebep oldu.

Yani iyilikten ziyade, kötülük için kullanıldı…

1888 yılında Alfred, kardeşi Ludvig’i kaybettiğinde gazeteye ölüm ilanı vermek istedi.

Ancak gazetenin yaptığı bir yanlışlık sonucu kendi ölümü duyuruldu.

Haber, bir Fransız gazete tarafından ‘Ölüm Tüccarı Öldü’ ifadesiyle manşete taşındı.

Rivayet o ki, adının yıkım ve ölümle birlikte anılması ünlü mucidi derinden sarstı.

Ve Alfred, ölümünden bir yıl önce vasiyetini hazırladı.

Buna göre servetinin büyük kısmı, oluşturulacak bir fon üzerinden insanlığa hizmet edenlere dağıtılacaktı.

Fizik, kimya, tıp, edebiyat, ekonomi ve barış alanlarını kapsayan kategorilerin kazananları ödüllendirilecekti.

Nitekim öyle de oldu…

1901 yılından bu yana tüm dünya, heyecanla bu ödülleri takip ediyor.

Ben de her sene özellikle barış ödülünün sahibini merak ediyorum.

Bu yıl öne çıkan isim Maria Corina Machado oldu.

Kendisi Venezuela’da, diktatörlüğe karşı mücadele eden muhalif kanadın lideri.

Aynı zamanda ödüle layık görülen ilk kadın Venezuelalı.

Haliyle bu karar, insanı bir an için bile olsa geleceğe dair umutlandırıyor.

Diktatörlüğe kafa tutan bir kadın, dünyanın geri kalanı tarafından fark ediliyor.

Fakat her nasılsa Machado ödülünü, ABD Başkanı Donald Trump’a ithaf etti.

Kendisinden başka hiç kimseye saygısı olmayan Trump’a!

Kendisinden başka hiç kimseyi sevmeyen Trump’a!

Gazzeliler katledilirken İsrail’e sahip çıkan Trump’a!

Adı Epstein skandalında geçen Trump’a!

Machado’ya bu kararın gerekçesini de sormuşlar;

Trump’ın Venezuella’da ortaya konan demokratik direnişe verdiği desteği gerekçe göstermiş.

Machado ya çok saf ya da Hollywood filmlerinden fazla etkileniyor.

Ancak her iki durumda da politik yeterliliği tartışmalı bir hal alıyor.

Zira ABD’nin, herhangi bir ülkeye demokrasi ve barış götürme maksadıyla yaklaşma ihtimali; bir sabah uyandığımızda dinozorlarla karşılaşma ihtimalimizden bile düşük.

Ama ne yazık ki gün sonunda Trump’ın adı ‘barış’ ile aynı cümlede anılıyor.

Bize de Nobel’in bu kısa öyküsünden gerekli dersleri çıkarmak kalıyor.