Muhafaza edemeyen muhafazakârlık

Değerlerin içini boşaltan bir iktidarın kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlaması başlı başına bir ironi değil mi? Koruduklarını iddia ettikleri değerleri, yıllardır kendi elleriyle tüketiyorlar...

Türkiye, yirmi yılı aşkın bir zamandır ideolojik pozisyonunu “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan bir siyasi iktidar tarafından yönetiliyor.

Peki yirmi yılın sonunda elimizde ne var?

Kültürel yozlaşma, ahlaki çürüme ve toplumsal dokunun her hücresine sızan bir çözülme...

Değerlerin içini boşaltan bir iktidarın kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlaması başlı başına bir ironi değil mi?

Koruduklarını iddia ettikleri değerleri, yıllardır kendi elleriyle tüketiyorlar.

Çürümenin infial yaratan son örneği ise dün Hatay’dan geldi:

Bir baba, TikTok'ta canlı yayın açıp kızına dans ettirerek para kazanmaya çalışıyor... Baba tutuklanıyor. Çocuğun devlet korumasına alındığı açıklanıyor. Devlet korumasındaki Cevizlibağ Atatürk Kız Öğrenci Yurdu'nda yaşanan skandal ise hala taze... Devlet korumasındaki öğrenci yurdunda kız öğrencilerin odalarına girerek iç çamaşırlarına kalpler çiziliyor.

Her gün yeni bir vakayla kendini dışavuran bu durum artık "bireysel sapkınlıklar" diye geçiştirilemez boyutlara erişti... Toplumun geneline sirayet eden bir değerler erozyonundan söz ediyoruz.

Yazar Atilla Akar, günümüzdeki krizi "ahlaki/manevi kriz" olarak tanımlayarak şöyle yazıyor:

"Her toplumun marjında böylesi cüruf kişilikler vardır. Yani bir ölçüde normaldir. Ancak artık 'İstiap haddi'ni doldurmuş görünüyor. Öyle ki bugün Türkiye’de birçok kriz türü var. Örneğin bir türlü aşılamayan ekonomik kriz ki diğer tüm krizleri belirliyor görünüyor. Fakat bunların içinde bir tanesi var ki tüm toplumu içten içe çürütüyor. Bu da Ahlaki / Manevi krizdir. Giderek yükselen bir çizgi izliyor."

* * *

Türkiye’de 2003 yılından bu yana müstakil bir "Kültür Bakanlığı" bulunmuyor.

Kültür, 22 yıldır turizmle aynı bakanlık çatısı altında...

1957 yılında "Basın-Yayın ve Turizm Bakanlığı" olarak kurulan bakanlık 1963'te "Turizm ve Tanıtma Bakanlığı" adını alıyor. 1971 yılında "Kültür Bakanlığı" müstakilen kuruluyor. 12 Eylül darbesinden sonra 1981'de, iki ayrı bakanlık birleştirilerek "Kültür ve Turizm Bakanlığı" adını alıyor. 1989'da "Kültür Bakanlığı" ve "Turizm Bakanlığı" olarak ayrılan bakanlıklar, 29 Nisan 2003 tarihinde yeniden birleştiriliyor.

Görüldüğü gibi kültür ve turizm de tıpkı milli eğitim gibi iktidarlar için tam bir yapboz sahasına dönüşmüştür... Türkiye’deki hakim zihniyetin aynasıdır.

* * *

Pek bilinmez, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir kurumdur.

RTÜK, AKP Türkiyesi'nde "muhalefete yöneltilmiş bir sopa" olarak kullanılıyor. Oysa bildiğimiz kadarıyla RTÜK’ün asli görevi, toplumun kültürel ve ahlaki yapısını korumak, eğitici ve geliştirici yayıncılığı teşvik etmektir...

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı, RTÜK'ü ve neredeyse medyanın tamamını kontrol eden AKP'nin yaratabildiği "kültür iklimi" ise ortada...

Bu büyük güçlere, iktidara bağlı bir diğer güç olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da ilave edelim:

Her yıl astronomik bütçelerle donatılan bu kurumların varlığına rağmen, gençler arasında deizm, ateizm, agnostisizm yaygınlaşıyor. Kültürel yozlaşma ise almış başını yürümüş... Ne dini değerler ne de milli değerler muhafaza edebiliyor.

Başarısızlık bu değilse nedir?

* * *

Cumhuriyetin kurucu müktesebatı, toplumsal hafızamızın temel taşları sistemli bir biçimde zayıflatılıyor. Gelecek kuşakların zihninde “ortak bir Türkiye hikâyesi” bırakmak yerine, ideolojik kavgalarla geçmişin mirası değersizleştiriliyor.

Kültür, iktidarın zihninde turizme eklemlenmiş ve döviz getiren bir yan unsurdan ibaret.

Hâlbuki kültür, bir toplumun ruhudur... Otel yatırımlarına değil, nesillerin ahlaki, estetik ve entelektüel terbiyesine rehberlik eder. Kültür, turistlere gösterilecek birkaç tarihi taş yığını değil, bir milletin ruhu ve varlık sebebidir.

Şimdi sormak gerekiyor: Hani siz muhafazakârdınız?
Sahiden de siz tam olarak neyi muhafaza ediyorsunuz?

* * *

Gazali'nin "Devlet Başkanlarına Nasihatler" ismiyle bilinen eserinde anlatılır:

"Hz. Süleyman, saltanat tahtının üzerinde oturmuş, rüzgâr o’nu havada sevkediyormuş. Gururla ülkesine, in­sanların ve cinlerin itaatına, büyük siyaset ve heybetinden dolayı onların bağlılığına böbürlenerek bakar. Taht bir­denbire sarsılır ve devrilmeye doğru yönelir. Hz. Süley­man tahtına 'doğrul' der. Taht konuşur, 'Sen doğ­ru olunca biz de doğru oluruz.'"

Sinan Acıoğlu
babaocagi.com