2019 yılı Türk siyasetinde büyük bir kırılmaya sahne oldu.

31 Mart'ta yapılan yerel seçimlerde Ekrem İmamoğlu, en güçlü rakibi olan eski Başbakan Binali Yıldırım'ı 0,16 puan farkla geride bırakarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi.

Bu sonuç, çeyrek asır boyunca AKP ve öncüllerinin yönettiği İstanbul'da bir dönemin sona erdiğini gösteriyordu. Ancak farkın az olması AKP cephesinde itirazlara yol açtı. "İstanbul'u yöneten Türkiye'yi yönetir" anlayışı iktidar kanadında büyük bir endişe yarattı.

Seçimin iptali için yapılan baskılar sonucunda, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 6 Mayıs 2019’da İstanbul seçimlerinin yenilenmesine karar verdi.

Bu süreçte İmamoğlu ve CHP halkın desteğini arkasına alarak "Her Şey Çok Güzel Olacak" sloganıyla yeni bir seçim kampanyası başlattı.

23 Haziran 2019'da tekrarlanan seçimlerde Ekrem İmamoğlu, ilkine kıyasla çok daha büyük bir farkla, rakibine neredeyse 1 milyon oy fark atarak kazandı.

AKP İstanbul'da kritik açıklama: Affını istemedi, istifa etti
AKP İstanbul'da kritik açıklama: Affını istemedi, istifa etti
İçeriği Görüntüle

Ancak asıl mücadele seçimden sonra başladı.

AKP DEMOKRASİ TRAMVAYINDAN İNİNCE... Erdoğan'a atfedilen "Demokrasi bir tramvaydır. Menzile varınca inilir" sözündeki gibi adeta bir menzile varılmıştı... 2019 seçimlerinde büyük farkla İBB’yi devralan Ekrem İmamoğlu ve ekibi, merkezi yönetimin çeşitli engellemeleriyle karşılaştı.
  • Belediyelere yapılan merkezi hükümet yardımları büyük oranda kesildi. Hiçbir kamu bankası İBB’ye kredi vermedi, projeler için gereken ödenekler ayrılmadı.
  • Pandemi döneminde İBB’nin ihtiyaç sahibi yurttaşlar için topladığı bağışlara İçişleri Bakanlığı el koydu, hesaplar bloke edildi.
  • İBB’nin sorumluluğundaki tarihi ve kamusal alanlar -Gezi Parkı, Galata Kulesi- bir gecede vakıflara devredildi.
  • Cumhurbaşkanlığı, büyükşehir belediye başkanlarının yaptığı resmi görüşme taleplerine yanıt vermedi. Deprem gibi acil konularda dahi Türkiye'nin en büyük belediye kaynaklarına sahip olan İBB sürece dahil edilmedi.

Tüm bu gelişmeler, demokrasinin yalnızca sandıkta değil, yönetime katılım mekanizmalarında da var olması gerektiğini bir kez daha gösterdi. Seçim kazanılmış olsa da, belediyenin yönetme iradesi engelleniyordu...

İSTANBUL'UN 25 YILLIK HASARI Cumhurbaşkanı Erdoğan, sık sık "İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım" ifadelerini kullanıyor. Ancak AKP’nin 25 yıllık İstanbul yönetimi boyunca, şehrin tarihî, kültürel ve doğal dokusu büyük ölçüde zarar gördü:
  • Erdoğan, "Dikey mimari şehirlerimize ihanet" dese de, AKP döneminde İstanbul'da yüksek katlı beton yapılar şehrin dört bir yanını kuşattı. Tarihi silüet gökdelenlerin gölgesinde kaldı.
  • İstanbul, dünyanın en önemli kültürel miraslarından biri olmasına rağmen, ranta dayalı inşaat politikalarıyla adeta bir beton yığınına dönüştü.
  • İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı, dünya standartlarının çok altında olmasına rağmen AKP'li belediyeler ve AKP hükümeti eliyle yeşil alanlar, kent ormanları, kıyı bölgeleri ve doğal alanlar imara açıldığı için şehir nefes alamaz hale geldi.
  • 1999 Gölcük depreminden bu yana İstanbul’un büyük bir felakete hazır olmadığı defalarca vurgulandı. Ancak 25 yıl boyunca şehri yöneten AKP belediyeleri ve 22 yıldır merkezi yönetimi elinde tutan AKP hükümeti, depreme hazırlık konusunda ciddi adımlar atmadı.

Kanunen esas sorumluluğu olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı rant odaklı dönüşümlerle şehri dönüştürdü, ancak riskli bölgelerde yeterli önlemleri almadı.

Deprem önlemleri alınmadığı gibi İstanbul, bir yandan da Erdoğan'ın “çılgın proje” olarak tanımladığı, doğal yaşamı geri dönülmez şekilde tahrip etme riski taşıyan "ekolojik felaket" projelerinin tehdidi altında... Uzmanlar, "Kanal İstanbul" projesinin büyük bir fay hattı üzerinde olduğunu ve İstanbul’un deprem riskini artıracağını defalarca belirtmesine rağmen AKP bu konudaki ısrarını sürdürüyor. DİPLOMA KRİZİ: PSİKOLOJİK SAVAŞIN TEKRARI

Son günlerde Ekrem İmamoğlu'nun diplomasıyla ilgili iddialar gündeme taşındı.

Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan da diploması konusunda çeşitli spekülasyon ve suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Şimdi benzer bir süreç Ekrem İmamoğlu için işletiliyor. Bu tür iddialar, siyasette sıkça kullanılan bir "psikolojik harp" yöntemi olarak görülüyor.

Seçimle kazanılamayan bir mücadelede, itibarsızlaştırma kampanyalarıyla rakibini yıpratmaya çalışmanın, demokrasinin sağlıklı işlemesini engelleyen bir strateji olarak değerlendiriliyor. İktidarın elindeki tüm olanaklara rağmen, siyasi rakiplerini bu tür yöntemlerle hedef alması, bir tür acziyet göstergesi olarak yorumlanıyor.

Halkın oylarıyla seçilen bir belediye başkanının, yönetim sürecinde her anlamda engellenmesi ve itibarsızlaştırılmaya çalışılması, sadece bireysel bir mücadele değil, Türkiye’de demokrasinin işleyişi açısından da kritik bir sınav niteliği taşıyor.

Bütün bu tablo, AKP’nin yıllardır vurguladığı "Milli irade" söylemi ile çelişiyor.

Sandık sonuçlarını beğenmediğinde iptal ettirmek, belediye yetkilerini kısıtlamak, halkın seçtiği yöneticilerin iş yapmasını engellemek, demokrasiyle bağdaşmayan hamleler hanesine yazılıyor...

Ekrem İmamoğlu’na yönelik siyasi ve bürokratik engellemeler, Türkiye’de yerel yönetimlerin merkezi iktidar karşısında ne kadar bağımsız hareket edebileceğini yeniden sorgulatan bir süreci beraberinde getirdi.

Sonuç olarak, İstanbul'da yaşananlar yalnızca bir belediye başkanına karşı yürütülen bir mücadele değil; aynı zamanda halkın iradesine karşı yürütülen bir mücadelenin yansıması olarak tarihe geçecek...

[powerkit_posts title="" count="1" image_size="csco-thumbnail" ids="2128" template="list"]

babaocagi.com