Osmanlı’nın toplumsal yapısına dair tarihsel maddeci değerlendirmeler, Marx ve Engels’in düşünce sisteminde özel bir yer tutmasına rağmen, Türkiye’de bu çalışmaların görmezden gelinmesi, yalnızca bir çeviri eksikliği değil, aynı zamanda ideolojik bir tercih olarak da okunabilir. Prof. Dr. Taner Timur’un “Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu” adlı kitabında, Karl Marx ve Friedrich Engels’in Osmanlı İmparatorluğu’na dair analizleri tarihsel maddeci bir perspektifle ele alınıyor. Timur, “Doğu Sorunu” çerçevesinde Osmanlı toplumunun kapitalist gelişme, sermaye birikimi ve ulus-devletleşme süreçlerini Marx ve Engels’in konuyla ilgili yazıları üzerinden inceliyor. (1)
Marx ve Engels’in Osmanlı’ya duyduğu ilgi, zaman zaman “Türkofil” olarak nitelendirilecek kadar derin bir boyut kazanmıştır. Ancak ne yazık ki, bu çalışmalar Türkiye’de uzun yıllar boyunca yeterince dikkat çekmemiştir. Türkiye’deki yayınevlerinin Marx ve Engels’in eserleriyle ilgili çeviri politikasının bu yaklaşımda etkili olduğu düşünülmektedir. (2)
Marx ve Engels’in Devrimci Perspektifi
Marx ve Engels, Osmanlı İmparatorluğu’nu 19. yüzyıl Avrupa’sındaki devrimci mücadelelerin bir parçası olarak değerlendirmişlerdir. Özellikle “Kırım Savaşı (1853-1856)” ve “93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı)” gibi dönüm noktalarında, bu iki düşünür Osmanlı’nın Rus Çarlığı’na karşı stratejik rolünü ve Türk halkının niteliklerini öne çıkarmışlardır. Çarlık Rusya’sını devrimci hareketler için en büyük tehdit olarak gören Marx ve Engels, Osmanlı’nın bu despotik güce karşı direnişini desteklemişlerdir. Onlara göre, Osmanlı’nın başarısı, Rusya’da sosyal bir devrimi tetikleyebilecek önemli bir adım olabilirdi.
Bu olumlu tutumlarını açıkça ifade ettikleri bir alıntıda şöyle derler:
“İki nedenden dolayı en kararlı biçimde Türklerden yana tavır almaktayız: Birincisi, çünkü biz ‘Türk köylüsünü’ –Türk halk kitlesini– inceledik ve onun kesinlikle ‘Avrupa’daki köylülüğün en becerikli ve ahlaklı temsilcisi’ olduğunu gördük. İkincisi, ‘Rusların yenilgisi, Rusya’da bir sosyal devrimi’, ki böyle bir devrimin öğeleri yığınla mevcuttur, çok hızlandırmış olacaktır." (3)
Bu alıntı, Marx ve Engels’in Türk halkına duydukları saygının ve Osmanlı’yı destekleme nedenlerinin iki temel dayanağını ortaya koyar: Türk köylüsünün üstün nitelikleri ve Rusya’daki devrimci potansiyelin harekete geçirilmesi. Türk köylüsünü “Avrupa’daki köylülüğün en becerikli ve ahlaklı temsilcisi” olarak tanımlamaları, onların sınıf analizlerinde köylülerin rolüne verdikleri önemi yansıtır. Aynı zamanda, Rus yenilgisinin devrimci bir dönüşümü hızlandırabileceği fikri, Osmanlı’yı yalnızca bir doğu toplumu değil, Avrupa’daki devrimci dinamiklerin bir parçası olarak gördüklerini gösterir.
1808 Sırp İsyanı ve 1821 Yunan Ayaklanması, Batı kamuoyunda genellikle kurtuluş savaşları olarak değerlendirilmiş ve bu çerçevede destek görmüştür. Ancak Marx ve Engels, 1848-1849 Devrim ve Karşı-Devrim hareketleri sürecinde bu tür ayaklanmalara ilişkin görüşlerini yeniden şekillendirmiştir.
Taner Timur’un aktardığına göre, Marx ve Engels açısından ezilen halkların her koşulda ve otomatik biçimde desteklenmesi yerine, bu isyanların nesnel koşullar temelinde değerlendirilmesi daha öncelikliydi. Bir başka deyişle, bir ayaklanmanın Avrupa devrimci süreci içinde nerede konumlandığı ve kime hizmet ettiği esas belirleyici unsurdu. Bu yaklaşım, onların devrimci mücadeleye bakışının temelini oluşturuyordu. Marx ve Engels’in Sırp ve Yunan ayaklanmalarını birer kurtuluş savaşı olarak görmemelerinin temel nedeni, bu hareketlerin arkasında statükoyu koruyan ve devrim karşıtı bir güç olan Rus Çarlığı’nın bulunmasıydı.
Marx ve Engels’e göre “1789 Fransız Devrimi’ni izleyen dönemde Avrupa kıtasında sadece iki güç vardı: Mutlakiyetçi Rusya ve demokratik devrim (…) Oysa 1809 Sırp ve 1821 Yunan ayaklanmaları az çok Rus etkisi ve Rus altınları ile kundaklanmıştı ve nerede bir Türk paşası merkezi iktidara karşı isyan bayrağını çekmiş olsa, arkada mutlaka Rus entrikası vardı; Ruble her zamanki rolünü oynuyordu.” (4)
Midhat Paşa’nın Reformları ve Devrimci Dinamikler
Marx ve Engels’in Osmanlı’ya ilgisi, yalnızca jeopolitik stratejiyle sınırlı değildi; aynı zamanda Osmanlı’daki devrimci dinamikleri de yakından takip etmişlerdir. Özellikle “Midhat Paşa’nın önderliği” ve “1876 Anayasası (Kanuni Esasi)” süreci, Marx tarafından olumlu bir şekilde değerlendirilmiştir. Midhat Paşa, Rus yanlısı Saray kliklerine karşı toplumsal muhalefeti örgütlemiş ve bu hareket ulema ile medrese öğrencilerinin desteğini kazanmıştır. Marx, bu reformları Osmanlı’da ilerici bir dönüşümün habercisi olarak görmüş ve desteklemiştir.
1876'da Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesiyle başlayan süreçte belirleyici bir rol oynayan Midhat Paşa, demokratik ve devrimci bir potansiyel taşıyan muhalefet blokunu arkasına toplamayı başarmıştı. Onun liderliğinde bütünleşen Yeni Osmanlı muhalefeti, köklü değişikliklerin önünü açabilecek bir güç hâline gelmişti. İstanbul’daki gelişmeleri yakından izleyen Marx ve Engels de bu yeni siyasal oluşumun, özellikle Rus yanlısı kliği tasfiye edebilecek bir doğrultuda ilerlediğini düşünmekteydi.
Bu yaklaşım, ilk bakışta şaşırtıcı görünebilir. Zira Marx ve Engels, Osmanlı Devleti’nde köklü bir reformun ancak laik bir zeminde mümkün olacağını ve tüm din ve inançları eşit kılacak bir “medeni kanun”un kabul edilmesiyle gerçekleşebileceğini savunuyorlardı. Buna rağmen, kitlesel dayanakları arasında medrese öğrencileri (“softalar”) ve bir kısım ulemayı barındıran bir hareketi “devrimci” olarak değerlendirmiş olmaları bir çelişki değil, düşünsel tutarlılıklarının göstergesiydi.
Taner Timur’un da belirttiği üzere, Marx ve Engels Osmanlı’daki gelişmeleri daima tutarlı bir bütünlük içinde değerlendiriyorlardı. Bu bütünlüğü sağlayan iki temel unsurdan biri, onların Osmanlı sorununu Doğu Sorunu, Doğu Sorununu ise Avrupa’da devrim perspektifi içinde ele almalarıydı. Bu bağlamda Avrupa devriminin önündeki en büyük engel olarak gördükleri Çarlık despotizmine karşı mücadelede, Osmanlı Devleti’nin nesnel olarak devrimci bir işlev üstlenebileceğini düşünüyorlardı. (5)
Türk Halkına Duyulan Saygı
Marx ve Engels’in Türk halkına, özellikle köylü kesimine duydukları saygı, onların Osmanlı’ya yönelik olumlu tutumlarının temel taşlarından biridir. Yukarıdaki alıntıda da görüldüğü üzere, Türk köylüsünü çalışkanlığı, cesareti ve ahlaki değerleriyle öne çıkan bir topluluk olarak tanımlamışlardır. Bu gözlem, onların Türk halkını devrimci bir potansiyel taşıyan bir unsur olarak görmelerine katkıda bulunmuştur. Osmanlı’nın Rus Çarlığı’na karşı direnişi ise bu potansiyeli somut bir stratejik avantaja dönüştürmüştür.
Sonuç
Marx ve Engels, Osmanlı İmparatorluğu’nu 19. yüzyılın devrimci mücadelelerinde önemli bir aktör olarak görmüşlerdir. Türk köylüsüne duydukları saygı ve Osmanlı’nın Rus Çarlığı’na karşı stratejik rolü, onların “Türklerden yana” tavır almalarının temel nedenleridir. Midhat Paşa’nın reformları ve Kanuni Esasi gibi gelişmeler, bu görüşlerini pekiştiren unsurlar olmuştur. Taner Timur’un da belirttiği gibi, Marx ve Engels’in Osmanlı’ya dair analizleri, kapitalist gelişme ve ulus-devletleşme süreçlerini anlamak için zengin bir çerçeve sunar.
İbrahim Utku Nar
babaocagi.com