TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başkanlığında toplanan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda hukukçular dinlendi.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Eren, komisyonda yaptığı konuşmada, meseleye anayasal açıdan bakacağını, anayasal bağlamda kök meselenin ne olduğu konusunda görüşlerini paylaşacağını söyledi.

Anayasaların devletin temel ilkelerini ve teşkilatını düzenlediğini, ayrıca devletin karşısında bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına aldığını anlatan Eren, "Burada temel soru, 'kök mesele anayasal statü sorunu mu yoksa temel haklar sorunu mudur.' Şimdiye kadar komisyonda görüşlerini dile getirenlere baktığımızda statü sorunu ile temel haklar sorununun ayrıştığını görüyoruz. Kök mesele hakkında iki yaklaşım olduğunu görüyoruz. Bir grup, kök meselenin anayasal statü olduğunu temel hakların buna bağlı ikincil sorun olduğunu, diğer grup ise kök meselenin temel haklar olduğunu söylüyor. Kök meseleyi statü sorunu olarak görenler, Kürtlere yönelik bir anayasal tanım yapılmadığını bunun adalet ve eşitliğe aykırı olduğunu söylüyorlar" dedi.

Devletin fiili varlığı ile hukuki kişiliğinin birbirinden farklı olduğunu vurgulayan Eren, devletin hukuki varlığının tüzel kişiliğini ifade ettiğini, hukuki kimlikte ise değişimin mümkün olduğunu anlattı. Türkiye’nin tarihine değinen Eren, "anayasal statü" konusunun tarihi ve anayasal açıdan bir temeli olmadığını, anayasal statü tartışmalarının anlamını yitirdiğini söyledi.

"Kök meselenin anayasal statü olmadığını temel haklar sorunu olduğunu düşünmekteyim" diyen Eren, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Afganistan ya da birçok ülkede olduğu gibi tüm etnik unsurlara anayasada yer verilmesinin ortak milli kimlik oluşturmasını zorlaştırdığı ortadadır. Anayasal statü elde etme yönteminin yanlışlığını bizzat terör örgütü liderinin kabul ettiği bir noktada anayasal statü tartışmalarından uzaklaşılması ve temel haklar yaklaşımı ile bu konunun ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Ulusal ve uluslararası boyutuyla çok hassas günlerden geçtiğimiz bu dönemde anayasal statü tartışmalarının ayrıştırıcı etkisinden uzaklaşarak, hak merkezli bir yaklaşımla Cumhuriyet'in ikinci yüzyılını inşa etmeliyiz. Hak merkezli yaklaşım sivil siyasetin önünü açacak ve demokratik ortamda her konunun konuşulmasını sağlayacak. Bu durum iktidarın ikna yoluyla güçlenilmesine yol açacaktır. Statü değil hak merkezli yaklaşımı kendimiz için istediğimiz gibi bölgemizdeki diğer egemen devletlerin İstemek, bölgenin istikrarı ve tutarlı bir politikasının gereğidir.

Bu nedenle Suriye'deki gelişmelere de hak merkezi yaklaşılması, federasyon veya ayrılma gibi uluslararası hukukun ayrıntılı tutumlarının teşvik edilmemesi gerektiğini düşünüyorum."

"SİYASİ PARTİLER KANUNU YENİLENMELİ, KAYYUM UYGULAMASINA SON VERİLMELİ"

Eren, önerilerini şöyle sıraladı:

"Hak temelli işbirliği kapsamında siyasetin önünü tıkayan, partilerin iç işlerine, yargısal müdahaleye zemin hazırlayan ve yasaklarla dolu olan Siyasi Partiler Kanunu’nu bir an önce yenilemek gerektiğini düşünüyorum. Kayyum uygulamasına son verilerek yasal değişikliklerin yapılmasının yerel demokrasiyi güçlendirici bir etkisi olacaktır. Ana dilin kullanım alanlarının genişletilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması hak temelli yaklaşımı sergileyen geleneksel Kürt kamuoyunun sisteme olan bağlılığını güçlendirecektir. Türkiye'de din ve inanç topluluklarının yasal statüsüne ilişkin bir kanun çıkartarak geleneksel dini Kürt kurumlarına yasal statü kazandırılması süreci olan desteği arttıracaktır.

Orman yangını sanıkları için hesap vakti
Orman yangını sanıkları için hesap vakti
İçeriği Görüntüle

Yasama dokunulmazlığı ilişkin Anayasa'nın 83. maddesindeki 14. maddeye ilişkin istisnaın kaldırılması da bu konuda yaşanan hukuki belirsizliği sonlandıracaktır.

AYM'nin bireysel başvuru kararlarının uygulanması bağlamında yeniden yargılamamaya ilişkin mevzuatta yer alan belirsizliklerin giderilmesi, bu kapsamdaki mağduriyetlerin giderilmesine yardımcı olacaktır.

İdari özerklik ilkesi bağlamında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için gerekli yasal düzenlemenin yapılması hak temelli talepleri olan kesimleri memnun edecektir. Hak temelli yaklaşım kapsamında atılacak adımlar için yeni bir anayasa veya anayasa değişikliği şart değildir. Ancak Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu dönemde milli dayanışma, kardeşlik ve demokrasi için askeri vesayetini kırıntısı olan 1982 Anayasası'ndan kurtulmak, milli mutabakatın tazelenmesi bakımından önemli gördüğünü belirtmek isterim."

"KÜRT MESELESİNDE ÇÖZÜM İKİ BOYUTLU DÜŞÜNÜLMELİDİR. SİLAHSIZLANDIRMA VE ANAYASAL, YASAL TALEPLER"

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr Fazıl Hüsnü Erdem de yaptığı konuşmada, "82 Anayasası ve selefi olan 1924 ve 1961 anayasaları gerek yapım yönü itibarıyla gerekse içerdikleri kimi düzenlemeleri itibarıyla herkesin ve her kesimin anayasası olma niteliğine kavuşamamıştır. Bahsi geçen anayasalar bu özelliklerinden ötürü tarihsel, toplumsal fay hatlarının bazılarına kaynaklık etmiş, bazılarını ise beslemiş ve derinleştirmiştir" değerlendirmesinde bulundu.

Kürt sorununa ilişkin tespitlerini anlatan Erdem, şöyle konuştu:

"Kürt meselesini bir hal yoluna koymak için yola çıkıldığında hiç şüphesiz orada anayasa ile ilgili taleplerin gündeme gelmesi doğaldır, hatta kaçınılmazdır. Çünkü Kürt meselesi ile anayasa arasında çok güçlü bir bağlantı var. Mevcut anayasa hem Kürt meselesinin derinleşmesine ve çatışmaya dönüşmesine yol açan ve hem de çözümsüzlüğün önünde bir engel olarak duran etkenlerden birini oluşturmaktadır.

Kürt meselesi içerisinde çözüm iki boyutlu düşünülmelidir. Silahsızlandırma ve anayasal, yasal talepler. Bugüne kadarki yaklaşım, bu iki boyutun eş zamanlı olarak ele alınması gerektirir. Anayasal taleplere baktığımızda üç önemli konunun ön plana çıktığını görüyoruz. Bunlar kültürel kimlik, vatandaşlık ve idari yapıya ilişkin taleplerdir. Anayasal düzlemde bu taleplerin karşılanması Kürt meselesinin çözümü için çok güçlü bir zemin yaratacaktır."

"ANA DİLİN BU MESELENİN ODAĞINDA YER ALDIĞINI SÖYLERSEK ABARTMIŞ OLMAYIZ"

Kültürel kimlikle ilgili haklara değinen Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu bahiste en çok ana dilde eğitim hakkı üzerinde duruluyor. Ana dilin bu meselenin odağında yer aldığını söylersek abartmış olmayız. Zira Kürtlerin kahir ekseriyeti başka konularda birbirlerinden farklı düşünseler de ana dil konusunda birbirlerine çok yakın bir noktada durduklarını söylemek mümkündür. Ne yazık ki ana dil Türkiye'de mimli bir kavram. Bu talep dile getirildiğinde bazı kesimler resmi dil ile ana dil arasında bir karşıtlık kurarak bu talebi baştan mahkum etmeye çalışıyorlar.

Oysa resmi dil ile ana dil arasında bir karşılıklık yoktur. Birinin varlığı diğerinin yokluğuna bağlı değildir. Aksine dünya tecrübeleri de göstermiştir ki doğru bir düzenleme ve planlama yapıldığında bu iki dil birbirlerini besler. Türkiye nüfusunun yaklaşık dörtte birine tekabül eden Kürt vatandaşlarının bu istemelerine duyarsız kalınamaz.

Türkiye bu çerçevede de birçok adım atabilir. Mesela mevzuatını dilsel yasaklardan arındırabilir. Ana dilin kullanılmasını öngören uluslararası sözleşmelerde kurduğu çekinceleri kaldırabilir. Eğitimde ana dilin kullanılmasına ilişkin hazırlıklara bir an önce başlayabilir.

Ana dil de dahil olmak üzere kültürel kimlik haklarının hayata geçirilmesinin en büyük teminatı ise Türkiye'nin bu hakları anayasal düzeyde tanıması. Bana göre ideal bir anayasa düzenleme bu konuya dair iki maddeyi ihtiva etmeli. Bir kültürel kimlik haklarına ilişkin genel koruyucu bir madde, ikincisi ise dilsel hakları ilişkin özel bir düzenleme."

Vatandaşlık bağına da değinen Erdem, “1924 Anayasası’nda din ve etnik farkı olmaksızın ve vatandaşlık itibarıyla ibareleri Türkiye halkı içerisinde farklı din ve ırkların mevcut olduğunu, bunların etnik anlamda değil sadece vatandaş olarak Türk olduklarını zımnen ifade ediyor. Bu vurgu 61 ve 82 anayasalarda çok çok zayıftır. Her üç Cumhuriyet dönemi anayasasında tartışmaya açık olan nokta şu; vatandaşlık tanımında kullanılan Türklük kavramının aynı zamanda etnik bir kümenin adını oluşturmasıdır. Dolayısıyla burada Türklükten ne kastedildiği sorusu kritiktir. ‘Türklük’ten içinde çeşitli dini, etnik ve kültürel farklılıklar barındıran bir vatandaşlar topluluğu mu yoksa Türk olarak adlandırılan bir etnik kimlik mi kastediliyor” diye konuştu.

ÜÇ AYRI VATANDAŞLIK TANIMI...

Vatandaşlık bağına değinen Erdem, görüş ve önerilerini şöyle dile getirdi:

"Anayasal vatandaşlık perspektifine uygun yeni bir vatandaşlık düzenlemesi iki şekilde formüle edilir. Birinci formül vatandaşı ve vatandaşlılığı tanımlamamaktır. Vatandaşın kim olduğunu belirtmemek, sadece hak ve yükümlülüklere atıf yapmaktır. Bu bağlamda üç alternatifli öneri sunabilirim.

Birincisi Sayın Devlet Bahçeli'nin Türkgün gazetesindeki üç günlük tefrikasında yazılan bir öneridir. Şöyle diyor: Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir.' Burada vatandaş olanların statüsü yani haklara ve yükümlülüklere sahip olduğu belirtiliyor. Yani birçok anayasada da böyle düzenleme düzenlemeler var.

Kimi anayasalarda hiç vatandaşlık düzenlemesi dahi yok. Kiminde var ama tanımlanmıyor. Kiminde var tanımlanmıyor. Tanımlanırken coğrafyaya atıfla tanımlanıyor. Kimilerinde de bizde olduğu gibi etnik bir kimliğe ya da dinsel bir kimliğe referansla tanımlanıyor. Çünkü dünya anayasaları içerisinde çok fazla mevcut. İkinci öneri vatandaşlık temel bir haktır.

Bu hakka sahip olmada, bu hakkın kazanılmasında ve kaybedilmesinde dinsel, dilsel, ırksal etnik ve benzeri hiçbir ayrıntı gözetilemez.

Üçüncüsü, vatandaşlık kanununun gösterdiği şartlarda kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaydedilir.

İkinci formül vatandaşlığı etnik bir kimliğe değil tektoryal bir kimliğe, sözgelimi Türkiyelilik veya devletin ismine Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne bağlı kalarak tanımlamaktır. Bu kapsamda da üç öneri getirebilirim:

Birincisi devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.

İkincisi Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin Türkiyeli denir.

Üçüncüsü ise vatandaşlık temel bir haktır. Kanunun öngördüğü esaslara uygun olarak bu statü kazanan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır."