Kolektif bir “artık yeter” çığlığı

Kadın olup da tacize, istismara ya da zorbalığa uğramamış biri var mıdır? Ne ülkemizde ne de dünyada… Emin değilim. Bizim hayatlarımızda bu, neredeyse kaçınılmaz bir deneyim gibi. Birkaç yıl önce edebiyat dünyasındaki seri ifşalarla gündeme gelen taciz vakaları, bugün tiyatrodan sinemaya, müzikten görsel sanatlara kadar genişledi. Sessizlik duvarı artık çatırdıyor. Kadınlarımız birbirlerinden aldıkları güçle, yıllarca bastırılmış acılarını cesaretle anlatıyor. Bu yalnızca bireysel bir öfkenin patlaması değil; bir toplumsal dönüşümün, kolektif bir “artık yeter” çığlığının parçası.

Bugün yaşanan ifşa dalgası, sadece tekil olayların değil, sistematik bir sorunun dışavurumu. Kadınlar yalnızca maruz bırakıldıkları tacizi değil, aynı zamanda bu tacizlerin ardından gelen inkârları, “abartıyorsun” denilerek susturulmalarını, “o da oradaydı” gibi utanmazca sözlerle meşrulaştırılmaya çalışılmasını da ifşa ediyor.

Ama bir fark var: Bugün kadınlar birbirlerinin yanında. Korkularını ve yaşadıklarını yalnızca kendi içlerinde taşımıyorlar. Artık sosyal medya çağındayız; sesler çoğaldıkça, susturulmaya çalışılanların gücü de artıyor.

Erken yaşta şöhretiyle erkek şiddetine ve zorbalığına maruz kalmış Aleyna Tilki’nin cesur paylaşımları, genç kuşak için çok kıymetli bir kırılma noktası. Aynı şekilde erkek sanatçılar – Bartu Küçükçağlayan’dan Can Güngör’e, Can Ozan’dan Dolu Kadehi Ters Tut’a – kadınların yanında olduklarını açıkça ilan ederek bu mücadelenin yalnızca kadınların omzuna bırakılmaması gerektiğini hatırlatıyor.

Öte yandan, toplumun sembol isimlerinden gelen talihsiz açıklamalar da oluyor. Gülşen’in, bir dönem kendisine yapılan kıyafet üzerinden zorbalık karşısında en güçlü desteği veren kitleleri hayal kırıklığına uğratan yorumu gibi… Bu noktada, mesele yalnızca bir kişinin hatası değil; olayın derinliğini sorgulamadan, kadınların deneyimlerini küçümseyen reflekslerin hâlâ ne kadar güçlü olduğunun göstergesi. Neyse ki sonraki paylaşımlarında, yanlış anlaşıldığını belirtmesi, konunun toplumdaki hassasiyetini bir kez daha ortaya koydu.

Kültür-sanat dünyasında başlayan bu hareket, aslında hayatın her alanına yayılması gereken bir dönüşümün işareti. Çünkü mesele yalnızca tiyatro sahnesinde, konser salonunda ya da bir sette yaşananlar değil; kadınların gündelik yaşamda uğradıkları sözlü, fiziksel, psikolojik şiddet ve mobbingin bütünü.

Kadınlar artık susmuyor; bastırılmış acılar, yıllar sonra bile olsa, cesaretle anlatılıyor. Bu yalnızca geçmişte yaşanan tacizlerin ifşası değil, aynı zamanda geleceğe dair güçlü bir uyarı: Sessizlik artık kabul edilmeyecek.

Her ifşa, sadece suçluyu açığa çıkarmakla kalmıyor; toplumsal yapıyı sarsıyor, etik ve hesap verebilirlik taleplerini yükseltiyor. Erkek sanatçılar ve sektörün önde gelen isimleri destek verdikçe, değişim dalgası daha da güçleniyor. Ama unutulmamalı ki bu, bireysel çabalarla sınırlı kalmamalı; sistematik olarak ele alınmalı, kültür-sanatın her alanında, her meslekte hesap sorulmalı.

Bugün yaşananlar, yarının sessizliğine bırakılmayacak bir devrimin habercisi. Kadınlar birbirlerinden aldıkları güçle sadece konuşmakla kalmıyor, sektörü ve toplumu dönüştürme cesaretini de gösteriyor. Ve artık hiç kimse, yaşananları örtbas edemez, görmezden gelemez. Bu bir çağrı: Susma, paylaş, destek ol – değişim burada başlıyor.