"İnsanların bazıları da var ki; dünya hayatı ile ilgili sözleri senin hoşuna gider. Kalbinin samimi olduğunu ispat için Allah’ı şahit gösterir. Oysa o en şiddetli bir düşmandır.
O, iş başına geçti mi, yeryüzünü fesada vermek, ekini (kültürü) tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah fesadı sevmez." (Bakara 204-205)
Din sosyoloğu Prof. Dr. Yümni Sezen'e göre bu iki ayet, din ve kültür ilişkisine dair bilgi hazinesinin ipuçlarını içeriyor.
Ayette geçen, "ekini tahrip edip nesilleri bozmak" ifadesine getirilen meal farklarına işaret eden Prof. Sezen şunları söylüyor:
"Bazıları ayeti, ekinleri yok edip, insanları fesada verip (hatta soykırım yapıp) zarar vermek olarak anlamış, buna göre meal vermişlerdir. Öyle değildir. Kültürden ve nesillerden bahsediyor (harsen ve’nneslen) Kültürleri tahrip etmeden nesilleri bozamazsınız. Ekin (kültür) deniyor. Tarlayı yok etmekle, bozmakla nesillerin ilgisi yoktur. Ya da çok uzak bir ilgi bulunur. Kastedilen din de değildir. Öyle olsa Allah, 'hars' demez, 'din' derdi. Bir önceki ayet zaten bizi kültür anlamına götürüyor."
* * *
Bir önceki yazımızda Türkiye’de 2003 yılından bu yana müstakil bir "Kültür Bakanlığı" bulunmadığını, iktidarlar zihninde kültür alanının turizme eklemlenmiş ve döviz getiren bir yan unsurdan ibaret kaldığını belirtmiştik.
Türkiye'de "kültür" sahipsiz bırakılmış durumdadır.
MİT Başkanı İbrahim Kalın, 2018 yılında, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olduğu dönemde, "İki asırdır kendi hikayelerimizi ve masallarımızı unuttuk. Başkalarının masalları içerisinde kendimize bir yer aradık" sözleriyle Türk modernleşmesini eleştirmişti.
İbrahim Kalın'ın Türk Modernleşmesine getirdiği eleştirileri son yüzyılla sınırlamadığına dikkat çekmek gerekiyor. "Batılılaşmak adına lümpenleştik. Aslında ne kendimiz kalabildik ne de tam anlamıyla batılı olabildik" diyen Kalın'ın eleştirileri döne döne Cumhuriyet'e ve Atatürk devrimlerine saldıran yobaz cehaletin ezberlerinden elbette daha hakkaniyetli...
Muhafazakar çevrelerin Türk kültür dünyasının iki asırdan da eski, çok daha köklü olan sorunlarını son yüzyıla, Atatürk devrimlerine fatura etme kolaycılığından kurtulması gerekiyor.
Ve gelelim son 20 yıla...
Tasavvuf ve İslam felsefesi uzmanı Prof. Mahmud Erol Kılıç, Osmanlı’nın siyasi ve ilmi mekanizmasının kuruluştan duraklamaya kadar kendisini, “Biz iki anneden süt emdik, biri İbn Arabi, diğeri Mevlana’dır” şeklinde tarif ettiğini belirtiyor.
Prof. Kılıç, İbn Arabi ve Mevlana geleneğinin ihmal edildiğini belirterek şu eleştirileri sıralıyor:
"Biz bu geleneği ihmal ettik. Bu, Osmanlı’ya bir felsefe, bir ruh kazandırıyordu. Ama bugün genel anlamda Müslümanların, özel anlamda ise İslamcıların ontolojileri, felsefeleri yok. Onun yerine sadece hukuk düzeyinde ideolojileri var. Maneviyatları ve fikirleri yok, estetikleri yok."
İslamcılar şayet ontolojisiz, felsefesiz, maneviyatsız, fikirsiz ve estetiksiz kaldıysa bunun sorumlusunu çok uzaklarda aramamaları gerekiyor.
1939’da Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Âli Yücel, İbn Arabi ve Mevlana geleneğinin iki temel eseri olan Füsûsu’l Hikem ve Mesnevi'yi tercüme ettirdi.
Sağcıların komünist olmakla suçladığı Hasan Âli Yücel sayesinde genç nesiller Kuşeyrî Risâlesi, Hikem-i Atâiyye, Bostân, Gülistân, Gülşen-i Râz, İlahinâme, Mantıku’t-tayr, Münkız gibi tasavvuf klasikleriyle tanıştı.
* * *
Dün gece yarısı Kadıköy sokaklarında, genç bir fabrika işçisi olan Eray ile tanıştık... Eray, hem zihniyle hem de cesaretiyle varlığı umut veren gençlerden...
Konu konuyu açıp, Mevlana'nın ismi geçince Eray, Mevlana'nın Moğol ajanı olduğu şayiasından etkilenmiş biçimde "biz Hacı Bektaş-ı Veli'yi severiz" dedi.
Kısaca "Haram İnek" hikayesini anlattım:
HARAM İNEK HİKAYESİ
Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla da kendisine bir inek alır. Sonra, yaptığı kötü işten pişman olur ve ineği Hacı Bektaş Veli dergahına kurban olarak bağışlayıp kurtulmak ister. Dergaha gider, durumu Hacı Bektaş Veli’ye anlatır.
Hacı Bektaş Veli "helal değildir" diyerek kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Konya'ya gider ve durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana kurbanı kabul eder. Adam ise Hacı Bektaş Veli’nin kurbanı "helal değildir" diyerek kabul etmediğini anlatır ve bu muamele farkının sebebini sorar.
Mevlana adama şöyle söyler: "Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir."
Adam Hacı Bektaş Dergahı’na geri döner ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar.
Hacı Bektaş Veli şöyle der: "Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."
* * *
Bu menkıbede anlatılanlar gerçekten yaşandı mı?
Bu sorulara karşılık Mahmud Erol Kılıç şöyle diyor:
"Bir milletin tahayyül havuzunun oluşmasında mitolojiler çok önemlidir biliyorsunuz. Türk mitolojisindeki yaratılış efsanesindeki Kürşat’ın zincirleri kırışı, yahut Yunan mitolojisindeki Prometheus… Bunlar gerçekten tarihi şahsiyetler mi çok önemli değil. Önemli olan o oluşturduğu hayal havuzudur."
Türk insanının "hayal havuzu" da kültür dünyası da anlam deryası da sahipsiz ve hedef durumundadır. Fakat karşılaştığım Eray gibi gençlerde gördüğüm şu ki "fütüvvet geleneği" de öyle veya böyle hala ayaktadır...
NOT:
Bu yazı, bir siyasal dinci partinin geçmiş yıllarda il başkanlığını görevini yürüten bir zâtın tarafıma sorduğu şu soru nedeniyle yazılmıştır:
"Kemalist resmi ideolojisi ve Kemalistler; bu ülkede yüzyıldan beri zorla ve baskı ile bu ülkenin müslümanlarına gerici dediler,mürteci dediler. yobaz dediler.Cahil dediler. Kara Fatma dediler.Sıkma baş dediler. Mutaasıb dediler. Odun kafalı dediler. Eli tesbihli ayağa takunyalı dediler. Kara çarşaflı dediler. çağdaşı dediler, tutucu dediler. Karikatürler çizdirdiler.Komedi filmlerinde en ahmak tiplere Recep, Şaban Ramazan dediler.Vurun konuşturmayın dediler. İlim ve irfan düşmanı dediler. Ülkeyi İngilizlere sattı dediler.Gökten inmiş hurafelere inanıyorlar, beyni sulanmış dediler. Bir Arap uşağının sözlerine inanıyor dediler. İsyankar dediler. Kitaplarını yasakladılar camilerini ahır yaptılar kapattılar. Dillerine,dinlerine tarihlerine kültürlerine yasak getirdiler. Bunları hatırlıyorlar mı ?Sayın Kemalistler!"
Mantık hataları yanında yazım hataları da kendisine ait...
Soruyu soran şahsın İl Başkanı olduğu dönemde FETÖ elebaşı Fetullah Gülen hakkındaki tutuklama kararı sonrası yaptığı açıklamayı görünce konu benim açımdan aydınlanmış oldu:
Hiç şaşırtmıyorlar...
Bizim muhayyilemizde, anlam havuzumuzda Hacı Bektaş Veli var, Yunus var, Mevlana var... Atatürk var, Hasan Âli Yücel var... Onların anlam havuzunda hala ve hala Fetullah Gülen var...
Bu şirret dilini bırakın artık... Hasan Âli Yücel'in emekleri gözünüze dizinize durur...
Sinan Acıoğlu
babaocagi.com