İçişleri Bakanlığı’nın valiliklere gönderdiği son genelgede, “üniversitelerde ve öğrenci yurtlarında öğretim faaliyetlerinin güvenli bir ortamda sürdürülmesi” gerekçesiyle muhtemel olaylara karşı önlem alınmasını talep etti.
Usta gazeteci Zafer Arapkirli BirGün gazetesindeki köşesinde genelgenin asıl amacına dikkat çekti. Arapkirli yazısında Çetin Altan'ın romanına atıfta bulundu.
İşte Arapkirli'nin o yazısı:
Büyük Gözaltı
Gazeteci, siyasetçi, yazar Çetin Altan’ın, edebiyat alanında verdiği önemli eserlerden biridir bu roman. 1972 senesinde kaleme aldığı ve ertesi sene Orhan Kemal Ödülü’ne lâyık görülen bu eseri, lise yıllarımda en beğenerek okuduğum kitaplardan biriydi.
Birey olarak, aile, toplum, kurumlar ve devlet düzeyinde baskının ve "izlenmenin" derin bir toplumsal ve psikanalitik tahlilini içerir.
Ben de, 50 yıl kadar önce öğrenci hareketi ve sonrasında genelde toplumsal hak mücadelesinin naçiz bir parçası olmaya başladığım yıllardan itibaren bu "Büyük Gözaltı"nı, her daim iliklerine kadar hisseden kuşaklardan birinin mensubu olarak bu kavramı hep bir kitap adı değil, yaşadığımız dünyanın ve ülkenin ayrılmaz bir parçası olarak duyumsarım.
Geçen haftadan bu yana gündemde konuşulan başlıklardan biri olan İçişleri Bakanlığı’nın valiliklere yolladığı bir genelgeyi görünce de bu geldi aklıma.
Genelge diyor ki:
"... akademik yılında üniversitelerde ve öğrenci yurtlarında öğretim faaliyetlerinin güvenli bir ortamda sürdürülebilmesi için (...) muhtemel olayların engellenmesi (...) risk analizlerinin yapılarak gerekli tedbirlerin alınması (...) istismar ve provokasyonların önüne geçilmesi... "
Tercümesini yapmak hiç de zor değil:
"Bu talebe milleti, geçen yıl yaptıkları gibi bu yıl da örgütlü biçimde düzene, rejime ve faşist baskılara karşı kol kola girip kitlesel ve yerel eylemler yaparsa, işimiz zor. Şimdiden gereken önlemleri alıp bunu bastırmanın yollarını bulmalıyız. Aksi takdirde başımız fena halde derde girecek..."
Yani, "ecele faydası olmayan bir korku"nun itirafı bu.
Rejim öyle çok farkında ki, uyguladığı baskı ve zulmün hayatın her alanında tepki ve direnişle karşılaşacağının, okul yönetimlerine ve yerel güvenlik birimlerine özel bir uyarıda bulunması gerekiyor. Genelgenin içine boca edilmiş "terör, terör örgütleri, marjinal örgütler" gibi sözcüklerle de, her türlü yasal hakkın kullanımını bu kapsama sokmaya geçmişteki gibi bugün de nasıl niyetli olduklarını belli ediyor rejim.
Onlar da gayet iyi farkındalar, bu "büyük gözaltı"nı baştan böylesi sıkı biçimde uygulayamadıkları ve kendilerince önleyici tedbirlere başvurmadıkları takdirde, kaçınılmaz olarak gençliğin nasıl ciddi tepkilere hazırlandığının.
Hafızalarında, özellikle geçen birkaç öğretim yılında olduğu gibi, gençlerin barınma, geçinme, üniversite özerkliği, temel özgürlükler gibi sorunları başta olmak üzere her türlü olumsuzluğa karşı artık daha yüksek sesle tepki göstermek üzere daha büyük bir kararlılıkla örgütlendiği gerçeği, hâlâ taptaze. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi özelinde CHP’ye ve muhalif herkese yönelik topyekûn saldırıların önemli bir dönemeci olan 19 Mart darbe sürecinde, barikatların nasıl bu gençler tarafından yer ile yeksan edildiğini çok iyi hatırlıyorlar.
Bu büyük gözaltını, sadece üniversitelerle sınırlı da düşünmemek lazım.
Öğretmenlerini dağıtmak ve sürgün etmek isteyen Milli Eğitim’e karşı geçen yıl lise düzeyine bile inen direnişten ödleri patlıyor. Velilerin, okullardaki tüm olumsuz koşullara karşı, lâiklik karşıtı unsurların okullara yönelik rejim destekli gerici harekatına karşı seslerini yükseltmeleri ihtimali bile uykularını kaçırıyor.
Emek dünyasında, her türlü başlık altında yoğunlaşan baskılara karşı; kölelik düzeyinde ücretlere, sendikalaşmanın önüne çekilmek istenen setlere, işçi sağlığı ve iş güvenliğini hiçe sayan koşullara karşı işçilerin isyanına ve sendikal hareketin örgütlenmesine karşı da bu "büyük gözaltı" çok gerekli rejimin gardiyanları için.
Medya aleminde, muktedirin hoşuna gitmeyen iki çift laf, iki dakikalık görüntü, iki satır sosyal medya paylaşımı, ekranlardan duyulacak birkaç dakikalık yorum bile, adeta kâbusları oluyor onların. RTÜK ve savcılıklar aracılığıyla da bu "büyük gözaltına" fena halde ihtiyaçları olduğunu biliyoruz.
Okulda, kampüste, fabrikada, tarlada, ofiste, sokakta, hayatın her alanını CCTV dedikleri kapalı devre kamera sistemleriyle izlenen, birilerinin karanlık odalarda ekranların başında sürekli "aleyhte delil aradıkları" bir "Büyük Birader" sistemini daha da tahkim etmeleri gerektiğini çok iyi biliyorlar.
Polisinin, jandarmasının ve hatta artık okul ve işyerlerinde giderek "rejim gardiyanı" haline dönüştürülen özel güvenlik teşkilatlarının güçlendirilmesi hep bu maksatla öncelik verdikleri şeylerden biri haline geldi.
Artık sadece büyük kentlerde değil, kırsalda, yağmalanmak ve zengin çetelere peşkeş çekilmek istenen arazilerde, ormanlarda, dere yataklarında, zeytinliklerde, meyve bahçelerinde her adım başı zuhur eden silahlı devlet güçleri ve özel güvenlikçilerden oluşan birliklerin çoğalması hep bu yüzden.
Özgürlüklerine daha fazla sahip çıkan halkın nefes alması, anayasal haklarını kullanarak toplumsal direnişin dereciklerini, nehirlere ve şelalalere dönüştürmesi, karabasan gibi üzerlerine üzerlerine geliyor artık.
Bu büyük gözaltına karşı ondan daha büyük bir direniş dalgasının kabardığını görüyorlar.
O dalganın karşısında, bindikleri zulüm, baskı ve sömürü gemisinin su almaya başladığının ve batmaya yüz tuttuğunun gayet iyi farkındalar.
Geliyor gelmekte olan.
O duvar, o duvarlarınız, vız geliyor artık, vız!