Gazetecilik ve psikolojik savaş

Günümüzde pıtrak gibi çoğalan FETÖ’cü YouTuber’ların devraldığı psikolojik savaşın bir dönem karargahı olan Taraf Gazetesi’ni konuşmadan gazeteciliğin bugününe dair söz söylemek eksik olur...

1900’lü yılların başında Batılı emperyalistlerin Osmanlı hakimiyetindeki Arap coğrafyasında uyguladığı psikolojik harp, “Türklerin Arapları ve İslamiyet’i geri bıraktığı” propagandasına dayanıyordu.

Yani -eğer yerseniz- emperyalistler, İslamiyet’in ve Arapların geri kalmasına pek içerlemişlerdi!

Arap coğrafyasında yapılan propagandalarda Osmanlı’nın “Türk merkezli” olduğu, Arapların devlet yönetiminde ikinci planda bırakıldığı, Türklerin İslam’ı “Türkleştirdiği” ve dini saf halinden uzaklaştırdığı vurgusu yapılıyordu.

İngilizler, Araplar’ın etnik gururunu da okşuyor, “Araplar, İslam’ın asıl kavmidir”, “Türkler hilafeti gasp etti” türü propagandalarla adım adım “Arap isyanı” için gereken psikolojik zemini hazırlıyordu.

“Tahrip” gücünü, hakikati “tahrif” etmekteki ahlaksızca başarısından alan bu savaş türüyle, hedef kitle için maharetle uydurulmuş yalanlar dilden dile yayılarak hakikatin yerini kolaylıkla alabiliyordu.

Günümüzde de durum pek farklı değil…

Psikolojik savaş (psychological warfare) kavramsallaştırma olarak görece yeni olsa da kökleri insanlık tarihi kadar eski…

Antik Mısır’da II. Ramses, Kadeş Savaşı’nda Hititler’e karşı gerçek bir zafer elde edememesine rağmen, savaşı “büyük zafer” olarak propaganda etti. Firavunlar, savaşlarda yenilseler bile tapınak duvarlarına zafer resimleri kazıtarak halkın algısını değiştiriyordu.

Ya da Moğollar…

Savaş öncesi, şehirleri yakıp herkesi katlettiklerine dair korku hikâyelerini bizzat kendileri yayarak karşı tarafın moralini çökertiyorlardı. Bu taktikle kimi şehirler henüz savaşmadan Moğollar’a teslim oluyordu.

Daha yakın dönemlerden bir örnek:

1798 yılındaki Mısır Seferi’nde Napolyon Bonapart, Kahire’ye girdiğinde Arap halkına “Ben İslam’ın dostuyum, Osmanlı’dan sizi kurtarmaya geldim” yazılı bildiriler dağıtıyordu. Fransızlar, yerel ulemanın desteğini kazanmak için bildirilere dini ifadeler ekliyordu.

* * *

Osmanlı’da söylentilerin hızlı yayılma mekanı olan kahvehaneler, 17. yüzyılda “fitne ve fesad menbaı olan mekânların lağvı” gerekçesiyle kapatılmıştı. Günümüzdeki haliyle bir tür “internet erişim engeli” getirilmişti yani…

Daha sonra kahvehaneler açıldığında, kahve sohbetlerini not eden hafiyeler görevlendirilecekti.

Halk açısından resmi bilgiye ulaşmak kolay değildi…

Devletin ilk resmi gazetesi Takvim-i Vakayi, 1831 yılında haftalık olarak yayımlanmaya başladı. O zamana kadar havadisler ancak Cuma hutbelerinden, kadı ilanlarından ya da “çarşı-pazar söylentilerinden” öğrenilebiliyordu.

Telgraf öncesi dönemde ülke bir savaş kararı alsa, haberin Anadolu içlerine ulaşması 1 haftayı geçebiliyordu.

1900’lü yıllara gelindiğinde ise halk, bir tarafta düşman uçaklarından atılan bildiriler, diğer tarafta halkın arasında karıştırılmış vaiz, din adamı, siyasetçi veya tüccar görünümünde düşmanın gönüllü ya da çıkara dayalı olarak propagandasını yapan işbirlikçileri ve öte yandan casuslar tarafından çıkarılan söylentilere maruz bırakılıyordu…

Gazeteler çoğunlukla başkentlerde basılıyor, az sayıdaki vilayet gazeteleri ise haftalık ya da 15 günlük bir periyotta yayımlanıyordu.

Telgraf yoluyla gelen haberler, kahvehane veya vilayet ilan panolarında halka duyuruluyor, camilerde de vaaz ve hutbeler yoluyla halka hitap edilmeye çalışılıyordu.

Fakat öyle ya, “Hakikat pabuçlarını giyene kadar, yalan dünyayı üç kez dolaşır…” Merkezden uzaklaştıkça düşman propagandasıyla baş etmek zorlaşıyordu.

* * *

İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri 1. Dünya Savaşı yıllarında Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı topraklarına askerlerin moralini bozmak için “teslim ol” çağrısı yapan bildiriler attı.

Bildirilerde savaş gidişatının kötü olduğu söyleniyor ve “liderleriniz sizi kandırıyor” türü mesajlarla halk içinde karamsarlık ve teslimiyet duygusu yayılmaya çalışılıyordu.

1915’ten sonra bu taktik harekatlar daha da sistematik hale geldi. “Hava propaganda” birimleri kuruldu. Osmanlı cephesi için hazırlanan Arapça, Osmanlıca ve Fransızca bildirilerle Arap isyanı teşvik edildi.

1917 yılından itibaren İngiliz uçakları Alman siperlerine, gazetelerden kesilmiş gibi gösterilen moral bozucu savaş haberi kupürleri ve Alman hükümeti adına uydurulmuş sahte açıklamalardan oluşan binlerce bildiri attı.

2. Dünya Savaşı döneminde ise psikolojik savaş taktikleri çok daha profesyonelleştirildi…

Bomba görünümünde olan bildiri kutuları geliştirildi. Uçaktan atıldığında hava akımıyla açılan kutulardan binlerce bildiri havaya saçılıyordu. Düşman topraklarına atılan bu bildirilerin sayısı milyarları buluyor, “liderleriniz sizi terk etti” gibi haberlerle cephedeki askerlerin moral motivasyonu mahvediliyordu.

Kimi bildirilerde geri gönderilmek üzere anketler veya posta kartları yer alıyordu.

Düşman bu sayede "geri bildirimler” yoluyla istihbarat da topluyordu.

* * *

2. Dünya Savaşı’ndan sonra “psikolojik savaş”, iki savaş döneminin deneyimlerini de içererek kurumsallaştı ve soğuk savaşın en önemli cephesi haline geldi.

Radyo, psikolojik savaş silahlarının başında geliyordu.

Kore ve Vietnam Savaşlarında psikolojik harp birimleri, düşman hatlarının gerisine uçaklarla bildiri atma, hoparlör yayınları yapma, karşı tarafın moralini bozacak söylentiler çıkarma gibi yöntemleri sistematik hale getirdi.

Vietnam’da yapılan radyo kampanyalarıyla “Vietkong” üyeleri teslim olmaya teşvik ediliyordu.

1960’lar itibariyle de “televizyon” hem propagandanın hem de “algı yönetiminin” merkezi aracına dönüştü. Psikolojik savaş artık sinema, müzik ve spor gibi kültürel ürünleri de kullanıyordu.

ABD Savunma Bakanlığı, Hollywood’a “teknik destek” veriyor, senaryolara müdahale ederek filmleri propaganda aracına dönüştürüyordu. CIA raporlarında, “Batı pop müziği Sovyet gençlerini rejime yabancılaştıran unsurlardan biridir” değerlendirmesi yer alıyordu.

* * *

Günümüze geldiğimizde sosyal medya, psikolojik savaşı tarihte hiç olmadığı kadar etkili bir araç haline getirdi.

Dezenformasyonun hızı ve yayılım kapasitesi, yapay zeka destekli algı manipülasyonlarıyla birlikte “çarpan etkisi” yaratıyor.

Radyo ve TV ile yapılan klasik propaganda “herkese aynı mesaj” ile ilerlerken günümüzde arama motoru ve sosyal medya algoritmalarının da desteğiyle toplanan inanç, siyasi eğilim, kültürel kodlar gibi bireylere ait bilgiler, “kişiye özel” öfke ve korku tetikleyicilerini kullanmak için kolaylaştırıcı görevi görüyor.

Cambridge Analytica skandalında, Facebook verileri kullanılarak ABD ve İngiltere’de milyonlarca seçmene, siyasi tercihlerine göre özelleştirilmiş reklamlar gösterildiği ortaya çıktı…

ChatGPT’nin kullanıcılara dair toplayabileceği data, Facebook’u fersah fersah aşan bir profilleme ve özelleştirme imkanı sunuyor.

Facebook verileri “beğeniler”, “arkadaş listesi” ve “paylaşımlar” gibi bireylere yönelik “dolaylı” göstergelere dayanıyordu.

ChatGPT ise kullanıcının kelime seçimlerinden, cümle yapısından, ironi veya öfke düzeyinden yola çıkarak çok daha “incelikli çıkarımlar" yapabiliyor.

* * *

Bir sonraki yazımızda düşman uçaklarından atılan bildirilere benzeyen “Taraf Gazetesi” örneğini ve devamında da FETÖ’nün yürüttüğü psikolojik savaşın dününü ve bugününü konuşacağız.

Günümüzde pıtrak gibi çoğalan FETÖ’cü YouTuber’ların devraldığı psikolojik savaşın bir dönem karargahı olan Taraf Gazetesi’ni konuşmadan gazeteciliğin bugününe dair söz söylemek eksik olur.

Evet, mesele sadece gazeteciliği hatırlamak değil…

Onun neden hâlâ bu kadar önemli olduğunu unutmamak.

Sinan Acıoğlu
babaocagi.com