İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun, üniversite diplomasının iptaline ilişkin İstanbul 59. Asliye Ceza Mahkemesi'nde, 'Zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik' iddiasıyla 2 yıl 6 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis ve siyasi yasak talebiyle açılan ve kamuoyunda 'Diploma davası' olarak bilinen dava, bugün Silivri'deki Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu yerleşkesinde bulunan 1 No'lu duruşma salonunda görüldü.
Yaklaşık 7 saat süren duruşmaya Ekrem İmamoğlu ile avukatları katıldı.
CHP’nin tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu diploma davası için Silivri’deki duruşma salonunda savunma yaptı. İşte Ekrem İmamoğlu’nun savunmasının tam metni…
***
“Sizi daha iyi görebilmemi sağlarsanız, gerçekten onur duyarım. Yani sadece saçınızı görüyorum. Bence bu düzen de biraz saçma bir düzen yani. Hakimin beni görmesi, benim onu görmem gerekiyor. Buradaki fiziksel kurgunun yanlış olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Çünkü tam arkanızda, ‘Adalet mülkün temelidir’, yani devletin temelidir diyor ve sizin onu temsil ettiğinizi bilerek, yüksek bir saygıyla sizinle bugün burada savunmamı yapacağım. Ama siz iddianameyi uzun uzun okudunuz. Bu iddianamenin okunduğu zaman, karşınızda 35 yıl önce 18 yaşında bir delikanlının bütün bu işleri nasıl yaptığını, bu hayal dünyasını bir savcının nasıl kurabildiğini, bu saçmalığı ve bu gerçekten ahlak dışı bir metni nasıl yazabildiğini, ben tasavvur edemiyorum. Ama şunu ediyorum: Bu iddianameyi, o yazmadı. Bu iddianameyi bir sonraki seçimde kendisini yeneceğini bildiği kişi yazdırdı. İddianamenin özü ve neti budur. Başka bir anlamı da yoktur. Bunu başta söyleyeyim. Bu bağlamda, davanın gerçekten varlığı bile yüz karası bir durumdur.”
“Bugün 12 Eylül. 12 Eylül, bu anlamda Türk toplumunun hafızasında net olarak darbeyi hatırlatır. Bu bağlamda da açıkçası ama askeri olsun ama sivil olsun ama siyasi olsun ama iktidar eliyle olsun ama iktidar eliyle beslenen bir cemaat tarafından yapılmış olsun…
Tüm darbeleri, darbeyi yapanları, darbeyi alkışlayanları, darbeyi pohpohlayanları, darbeyi destekleyenleri, ona aparat olanları buradan en yüksek seviyede kınıyorum.
Ve açıkçası ülkemizin, bu tür darbelerle yüz yüze kalmamasını da diliyorum. Ama ne yazık ki şu anda da bir darbe sürecinin içerisinde olduğumuzun da yine altını çizmek isterim. Bu manada, karar verenlerin ve bu sürece alet olanların ne kadar büyük bir bedel ödettiğini de topluma, millete, milletin geleceğine, yine altını net olarak çizmek istiyorum. 1 yıldır böyle bir kurgunun başladığı ve 18 Mart'ta diplomamın iptaliyle fitilinin çekildiği, 19 Mart'ta da yapılan operasyonlarla sürecin başladığı, gerçekten çok acı bir dönemi hep beraber yaşıyoruz. Bu ara çok sıcak oldu. Kusura bakmazsanız… (Ceketini çıkarıp, gömleğinin kollarını katladı.)”
“En başta, mahkemenizin esasen Çağlayan'da olduğunu ve sürecin niye ertelendiğini anlattınız. Bunu da hassasiyetle anlattınız. Çünkü, gerçekten mahkeme yerinde olursa anlamlıdır. Ve o yerindeki kutsallığının ayrı bir değeri ve önemi vardır. Açıkçası mekansal büyüklüğü tarifliyorsanız, bize Yenikapı yetmez, bize Maltepe de yetmez. Bize hiçbir yer yetmez. Gerçekten bu anlamda bu toplumu yerinden yaralayan ve sarsan bu olayı, şu anda on milyonların izlediğini ve on milyonların yüreğinin yandığını ve bu işin ne anlama geldiğini en küçük çocuktan en yaş almış büyüğümüze kadar herkesi derinden sarsan bir konunun içinde olduğumuzun da altını çizmek isterim. Çünkü herkesin emeği ne varsa, ne elde etmişse onun elinden alınma riskiyle karşı karşıya olan bir kurgunun içindeyiz. O manada bu davanın varlığı bile bir yüz karasıdır, diyerek altını çiziyorum.”
“Tabii siyasi tarihimiz, üzülerek ifade ediyorum ki; demokrasiyi, milletimizin özgür olma iradesini ve umuda hapsetmeye çalışan nice davalarla doludur. Türkiye'de değişim isteyenler, hak hukuk arayanlar, bunun mücadelesini verenler, ne yazık ki bu tür davalarla tarih boyunca muhatap olmuşlardır. Fakat bugün öyle bir sebepten buradayız ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Yüce Türk Yargısı'nın getirilmiş olduğu durum, gerçekten bizi üzüntüye boğmaktadır. Hicap duyuyorum. Sizin bugün bu işe mesai ayırmanızı bile hicap duyarak, üzülerek takip ediyorum ve içinde oluyorum. Ona karşı dört seçim kazandığımı ve beşinciyi de kazanacağımı bildiği için ve gördüğü için, net olarak bu duruşmanın tasarruf edildiği ve hazırlandığının da milletimiz tarafından, o kadar ayar beyan bilindiğinin farkındayım ki; bunu bilmeyen yok toplum içerisinde. Tariflenmesi güç olan bu duruşma, ilginç konusuyla şimdiden tarihe geçmiştir. Otokratların rakibini elemek için yeni bir icadının da Türkiye'de bulunmuş olmasının da çok kötü, talihsiz bir tarihe not düşme olduğu da bellidir.”
Tabii bu salondaki herkes, siyasi tarihimize geçecek bu duruşmada, anlaşılması düz mantıkla izah edilemeyecek bir konuyla karşı karşıya olduğunun farkında. Ve gerçekten beyin yakan bir iş yani. Az önce okuduğunuz bütün metnin tamamının, notun 2,5 olması ve transkriptle broşürleri vermem dışında, benimle hiçbir ilgisi yok. Yani hiçbir ilgisi yok; uzaktan yakından. 18 yaşında birisi karşınızda. Bunların hiçbirisinde, benim bir elimin değdiği husus yok. Ve ben, sahtecilikle yargılanıyorum. Hem de hapis cezasıyla, siyasi yasakla yargılanıyorum. 9 yılla yargılanıyorum. Düşününüz. Bu manada isim bulmakta bu davaya, ben çok zorlanıyorum. İnsan bu davaya isim bulmakta zorlanırken, gerçekten kendini savunmakta da zorlanıyor yani. Nasıl savunacaksın kendini?”
“Benim arkadaşlarımın bir kısmı geldi üniversiteden. Sağ olsunlar. 11-11 iki takım çıkar, maç yaparız. Vatandaşın tavla oynayacak arkadaşı yok. Tavla oynayacak üniversite arkadaşı yok. Ve bu işlerle uğraşıyor. Memleketin daha büyük işleri varken, bu işle uğraşıyor. Acı bir durumdur yani. Tabii kendi savunmamı yapmak kısmı gerçekten zor. Çünkü tümüyle saçmalıktan ibaret bir konusu vardır. Tamamıyla saçmalıktır. Evet bu davanın konusu, bir saçmalıktır. Yani İstanbul Üniversitesi yetkisi olmayan bir diploma iptal ederken bile saçmalık yapılmıştır. Aynı zamanda, kurul oluşurken içinde hukuk fakültesinde kimsenin olmadığı bir heyetle iptali yapması da bir saçmalıktır. O da ayrı bir şey. Tabii davanın konusu; -bana göre senaryosu- ‘Şüphelinin resmi belgede…’ Hangi resmi belgede yapmışız? ‘Sahtecilik suçuna iştirak ettiği…’ İştirak ettim yani! Ben nasıl iştirak etmişim? Hileli bir şekilde evrakı almışım, yani diplomayı, gitmişim yüksek lisansa başvurmuşum, yüksek lisans amacıyla İstanbul Üniversitesi yüksek lisansını almışım. Askerlik şubesine sunarak, bunu kullanmışım. Yüksek Seçim Kurulu’nda kullandığı kısmı, zurnanın ‘zırt’ dediği yer.”
“YSK’da ben onu kullanmadım. Çünkü benim ihtiyacım yok YSK’da bugüne kadar. Ne Beylikdüzü Belediye Başkanlığına talip olurken ihtiyacı var ne de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na talip olurken buna ihtiyacım var. Yok. Lise diplomasıyla da olabiliyor yani. Buna ihtiyacım yok. Yani iddianameyi yazan, baştan kendini ele vermiş. ‘Yüksek Seçim Kurulu’na başvurmuş!’ Ben panolar hazırlattım, panolarla size yardımcı olmak istiyorum. Bu, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın… 24 Şubat'ta İstanbul Üniversitesi'ne yazı yazıyor. Sadece bir cümlesini okuyacağım. 24 Şubat’da diyor ki, ‘Acele et, hemen karar ver, hemen karar ver!’ Çünkü diyor, ‘İstanbul Üniversitesi Dekanlığı tarafından tanınırlık, yatay geçiş kontenjanları vesaire vesaire dair idari işlemlerin, Yüksek Öğretim Kurulu kararlarına aykırı olarak yapıldığı tespit edilmiş olup, bahse konu diplomanın kullanılmaya, parantez içinde, YSK ve bunun gibi, devam edildiği..’. Telaş ediyor, Ekrem İmamoğlu gider, Yüksek Seçim Kurulu'na Cumhurbaşkanı adayı olarak başvurur diye, başsavcı telaş ediyor. Yazan savcı telaş ediyor. Kendini ele veriyor. Bu evrak, aslında işin özeti. Çünkü YSK’ya, üniversite diploması, Sayın Hakim'im, bir tek cumhurbaşkanı adaylığı için veriliyor. Başka hiçbir makam için verilmiyor. Sadece cumhurbaşkanı adaylığı için. Bu tam bir rezalettir. Bakın altını çiziyorum; rezalettir. Burada bunu, böyle neon ışıklarla bütün Türkiye'ye duyurmak istiyorum.”
“Tabii bu arada tarihe utanç belgesi olarak geçmiştir bu yazıyı yazan kişinin zihniyeti ve aklı. İddianamenin az önce okuduğunuz bütün bölümlerinde, özellikle o son 10 maddede, hiç birisinin Ekrem İmamoğlu'yla ilişkisi yok. Yani ne yetkisi var ne o belgenin hazırlanmasında ne bir sürecin başlatılmasında… Yahu yetkisi yok. İmzası yok. Olamaz. Ekrem İmamoğlu bir öğrenci. Öğrenci! 18 yaşında! Kardeşiniz vardır, yeğeniniz vardır, evladınız olabilir. 18 yaşında bir çocuğun, bir gencin düşürüldüğü duruma bakar mısınız? Yazıklar olsun. Ve işte tümüyle bir saçmalık metni oluşmuş. Bunu yapan, yazdıran aklın, gerçekten sahiciliğe, gerçekliğe hakaret edercesine, neyin izini sürdüğü, nasıl bir kötülük peşinde koştuğunu, ben, elbette çok iyi biliyorum. Tabii bu tip beyin yakan davaların, tarihten bugüne değin yaratıcıları, iktidar gücünü elinde bulundurmuş kişiler olduğunu da biliyoruz. Hakikatin önemsizleştiği, seçkin elitlerin hileli akıl yürütmelerle toplumu manipüle ettiği bir çağdayız. O yüzden, birazdan adını koyacağım bu tuhaf rejimin, böyle bir davayı da üretmesi, açıkçası hiç şaşırtıcı değil. Çünkü tuhaf bir rejimin içindeyiz biz. Tuhaf!”
“Tabii ne kadar akıl ve mantık dışı olursa olsun, bu eylemlerin başarıya ulaşması, yani ikna yoluyla kabulü; o eylem liyakatli bireylerle yapılırsa mümkün olur. Bakın burası çok önemli. Burayı iyi dinleyin. Burası çok önemli. Liyakatli bireylerle yapılırsa mümkün olur. Ancak, ‘liyakat’ kelimesinin vücudunda kızarık kırmızı noktalar çıkardığı insanlar ise ehilleri bulamazlar. Onların liyakatle işi yoktur. Onlar, işi kaba kuvvetle, kanunun verdiği yetkinin istismarı ile yapacakları bulurlar. Aparat kullanacağı insanları bulurlar. Ve onlarla hareket ederler. Çok nettir bu. Var olan irrasyonel suçlamanın, saçmalığın aksine, benim çok da rasyonel bir anlatımım olacak bu konuda. Ben, bu davanın iki kere mağduruyum. Birincisi; güzel anacığımın ak sütü kadar helal, kazancım, yani alın teriyle aldığım diplomam, yok sayılıp, iptal edildi. Gençliğimin en anlamlı beş yılını, beş yıllık emeğimi, çabamı, gayretimi bir çırpıda yok ettiler. (İfadenin burasında Mahkeme Başkanı, görevliler aracılığıyla İmamoğlu’na içmesi için su yolladı.) Bir senedir alışık değiliz Sayın Hakimim. Bizi şımartıyorsunuz yani. Çok teşekkür ederim. Onur duydum. Gerçekten onur duydum yani. Adil kararlarınızla da bu memleketi de inşallah su gibi ferahlatırsınız. Öyle söyleyelim.”
“Bunu tekrardan hatırlatıyorum. Anacığımın ak sütü kadar helal olan diplomamı iptal ettiler.
17 yaşında Kıbrıs'a gittim. 23 yaşında İstanbul Üniversitesinden mezuniyet diplomamı aldım. Kul hakkı yemek adına, çekinmeden imza atan bir şebekeyle karşı karşıyayız. Buradan tekrar hatırlatıyorum milletimize. Bunu yapan akıl; tapunuzu, evinizi, paranızı, işinizi, şirketinizi, her şeyinizi, her şeyinizi, geçmişinizi bile elinizden alır. Alır yani, tereddüt etmez. Alıyorlar da zaten. Tereddüt etmez. İkincisi… Burası çok ironik. Dedim ya çok rasyonel iki anlatımım olacak. Burası birincisiydi, şimdi ikincisi. Burası ironik ama! Burada bir komploya gittim ben. Açık söyleyeyim. Nasıl bir komplo? Dedim ya; 17 yaşında Kıbrıs'a gittim, 19 yaşında İstanbul Üniversitesi'ne geçiş yaptım. Ta o yıllarda, 30-35 yıl önce, benim cumhurbaşkanı olacağımı o günden anlamışlar! O günden anlamışlar! Eski adı ‘University College of Northern Cyprus' (UCNC) olan, şimdiki adı Girne Amerikan Üniversitesi'ni kurmuşlar, hazırlamışlar. Orada bir şebekeyi kurmuşlar. Ondan sonra, orada bir heyet hazırlamışlar. Yetinmemişler; İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde bir heyet kurmuşlar! Profesörler, hocalar, kurullar… Hatta YÖK'te kurmuşlar! Çünkü YÖK kabul etmiş bunu. Şebekeye bak! Kocaman bir şebeke!”
“Bu şebeke çalışmış. Hatta önceden çalışmış. 2 yıl önceden, şu ilan gibi, ‘İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nden’ diyerek, Milliyet gazetesinde çıkan ilandan, gazete ilan vermeye başlamışlar. 2 yıl önceden. Bu 1987’de, 88’de verilen ilan. İlan vermişler bunlar. Şebekeye bak! 2 yıl önceden çalışmaya başlamış! ‘19’ dedim, 17 yaşında anlamışlar Ekrem İmamoğlu'ndan cumhurbaşkanı olacak! Sonra bunlar, geçişimi hazırlamışlar, her şeyi, belgeleri yapmışlar, ‘İşi nerede kotarırız’ demişler. Toparlayamıyorlar bir türlü. Buna rağmen toparlayamıyorlar. Bir de gitmişler kütüğe, UCNC yerine, Doğu Akdeniz yazmışlar. Kim yazmış? Bilmiyoruz. Bir gizli el değmiş! Hangi ülkenin ajanları acaba! Şu anlattığım senaryo bile, iddianameden daha rasyonel bir senaryo. O kadar irrasyonel, o kadar saçmalık… Onun için gerçekten şunu düşünmeden edemiyorum: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti'ni lağvetmeye bile göze alırlar yani. Hani bu diplomayı iptal etmek için, aslında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye bir devlet yoktur! Türki Cumhuriyetleri’nin, Rum kesimine büyükelçilik aşılmasına ses çıkarmayanlar bunu yapar! Yapabilir yani. Bu arada, bu anlattığım ne kadar size irrasyonel gelebilir, kurgu gelebilir, trajik gelebilir, trajikomik gelebilir. Ama az önce saygıdeğer Hakim’in ifade ettiği iddianameden daha gerçekçi bir senaryoyu size anlattım.”
“Sayın Hakim’im, bu arada benim hayatım çok sahici, onu söyleyeyim. Gerçek. Her şeyiyle gerçek. Vallahi gerçek. Çocukken düşmem de gerçek, kalkmam da gerçek. Başarılarım da gerçek, başarısızlıklarım da gerçek. Hayatımda her şeyim gerçek. O kadar şahidim var ki Allah'ıma şükürler olsun. 40 haneli, masal gibi bir köyde doğdum. Ve o 40 haneli köy, masal gibi. Bir tarafından ırmak akıyor, öbür tarafından ırmak akıyor. Yemyeşil, doğa güzeli. Ağaçlar, ormanlar, fındık bahçeleri… Pırlanta gibi. Cevizli Köyü’nde doğdum. 5 yaşında, ailemin girişimciliği ve yapacağı yatırımlarla ilgili başka bir köye göç etmeyi tasavvur etmişler. Trabzon'la Akçaabat'ın tam ortasında Yıldızlı Köyü'ne yerleşiyoruz. Karadeniz'in böyle en güzel sahillerinden birisinde, 5 yaşından liseyi bitirene kadar da o köyde yaşıyorum. Köy çocuğuyum ben, köy çocuğu. Doğayı seviyorum, hayvanları seviyorum. Doğaya zarar vermiyorum. Bir şehrin içinden ‘kanal açalım’ diye kendimi paralamıyorum. Kötü bir emlakçıya dönüşerek bu memleketi yönetmiyorum. Satmıyorum, çalmıyorum, çırpmıyorum. Bütün bunların kaynağı, o iki pırlanta gibi köyden gelir. O köydeki yetişmemden gelir.”
“Çok çalışkan kadınların arasında büyüdüm. Anacığım, anneannem, babaannem, teyzelerim, yengelerim… Her birisi rençber, her birisi çiftçi. Her türlü ürün üretirler. İlk doğduğum köyde fındık, diğer köyümde tütün yetiştirirler. O bahçelerde ben rençberliği öğrendim, çiftçiliği öğrendim. Girişimci, çok çalışkan evin erkekleri var. Babam, amcaların, dedem, büyük amcalarım… Büyük aile, bir arada yaşıyoruz. Kereste atölyemiz var, benzin istasyonumuz var, inşaat malzemesi dükkanımız var. Ama köyde yaşamayı tercih eden bir ailemiz var. Çok gerçek bir hayat yaşadın ben. İlkokulu okudum; Kanuni Süleyman İlkokulu. Çocuk Esirgeme Kurumu çocuklarıyla birlikte okudum. Çünkü kapılarımız, okulumun kapısıyla Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kapısı, karşı karşıyaydı. Aynı sınıfta annesiz, babasız, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun çocuklarıyla okumanın bana verdiği erdemle yaşıyorum ben şu anda. Her çocuğu, her insanı anlamanın özelliği, bana o sınıftan gelir. Bir anne gibi davranan, Songül Aytekin rahmetli ilkokul öğretmeninden gelir. Öğretmenime, öğretmenler gününde kolonya aldığımda, sınıfta baktım ki benden başka hediye alan yok. Ben bir daha, bir ortamda birine gözüne soka soka hediye vermemeyi bile adamlık olarak zihnime koydum ve öyle yaşadım. Öyle yaşıyorum. Çünkü kimsenin onurunu kırmayacaksın.”
“Ben, oradan başka bir okula gittim. Atatürk Köşkü'nün yanında Köşk Ortaokulu’na. Çok nitelikli, çok güzel dostluklarım da oldu. 12 kişilik sınıfta, çok güzel 3 yılım geçti. Oradan 59 kişilik Trabzon Lisesi'ne geçtim. Trabzon Lisesi'nin 100’ncü dönem mezunuyum. 140 yaşında o okul şu anda. Nice cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, vesaire yetiştirdi. O okulda okumayı çok istedim. Ama hata mıdır, doğru mudur, bilmiyorum ama lise son sınıfta futbola düşkünlüğüm başladı. Futbolcu olmaya karar verdim bir anda. İyi öğrenciydim. Açık söyleyeyim. Not ortalamam 10 üzerinden 8 civarında, iyi bir öğrenciydim. Ama son sınıfta futbolcu olmaya karar verdim. 50 günün üzerinde okula gidemedim. Şehir dışı maçlarım, şehir içi maçlarım, falan filan… Üniversite sınavına girdim. Ailem, illa ‘Ailenin ilk inşaat mühendisi olacaksın’ dedi. Olmadı. Çünkü hazır değildim. Onların ısrarıyla başaramadık. Bu ısrardan sonra Kıbrıs'a gitti. Çünkü babam ayarlamışlar, planlamışlar, görüşmüşler, bulmuşlar. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde İnşaat Mühendisliği Bölümü’ne yazılmak üzere, rahmetli amcamla beraber Kıbrıs'a gittik. Belgelerimiz hazır. Doğu Akdeniz'e gideceğiz. Her şeyimiz, kabulümüz hazır. Sadece seviye sınavına girip, inşaat mühendisliğine başlayacağız. Bunu hep böyle anlattım.”
“Sonra gittiğimizde, Girne'de bir otelde kaldık. Sabah kalktık Mağusa’ya geçtik. Mağusa’yı görünce, ben biraz ürktüm ne yalan söyleyeyim. Burada Kıbrıs'tan dostlarım var. Alınmasınlar. Mağusalılar olabilir aralarında. Mağusa’ya gittiğimde, gerçekten yeşillik yok, çok kıraç bir yer. Ben de yemyeşil bir yerden gelmişim; ürktüm yani orada. Sonra gündüz gözüyle Girne'ye geldik. Girne'ye de aşık oldum. Tesadüf tanıştığımız iki aile… İkisi de burada. Onlarla tanıştık, konuştuk. Onlar, Girne Amerikan'a yazılmışlar. İşletme. Allah'tan -benim de amcam, rahmetli nur içinde yatsın, kolay ikna olur- ikna ettim amcamı. Allah'tan cep telefonu yok. Telefonla arasanız Kıbrıs’ı, beş günde bağlanamıyorsunuz o zaman. 4 gün, 5 gün sürüyor. Arasa babamın, kıyameti koparacak, beni tekrar inşaata yazdıracaklar. İkna ettim. Ben zaten işletme okumak istiyorum, inşaat okumak istemiyorum. İkna ettik ve gittik, Girne Amerikan Üniversitesi'ne kaydolduk. Girne Amerikan Üniversitesi'nde seviye sınavına girdim. İki kur atladım, üçüncü kurdan okuluma başladım dil hazırlık bölümüne ve kaydoldum. Ben bunu, 35 senedir her yerde anlatıyorum. YouTube'da anlatıyorum, kanallarda anlatıyorum, İstanbul Üniversitesi'nde anlatıyorum. Her yerde anlatıyorum.
“Oturup web sitesini ben yazmıyorum, bilmem neyi ben yazmıyorum. Bakın; avukatlarım bütün hukuki gerekçeleriyle süreçleri anlatacaktır. Neyin yanlış olduğunu, yalan olduğunu… Ekrem İmamoğlu’nun Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde okuduğunu yazdı yazar. Yok öyle bir şey. Yalan. Yani örnek veriyorum. Dolayısıyla web sitesine bunu, bu anlatımı birisi yazmış. Ben, savcılığa ifade verirken öğrendim bunu. Savcılığa ifade verirken, savcı dedi ki böyle böyle… Döndüm kendi avukatıma, ‘Nereden çıktı bu’ dedim. ‘Evet’ dedi, ‘Biz de böyle gördük’ dedi. Sorguluyoruz bunu. Ben mi yazıyorum web sitesini? O dönemde Doğu Akdeniz'in ÖSYM ile de bir ilişkisi yok. Oraya da ÖSYM'yle girmiyorsunuz. Nasıl Girne Amerikan'da kayıt oluyorsanız, aynı şekilde de Doğu Akdeniz'e kaydoluyorsunuz. Direkt evraklarım var, gideceğim seviye sınavına gireceğim ve Doğu Akdeniz'e yazılacağım. Bunun bir mahareti yok, bir kıymeti yok. Niye kıymeti yok? Bir web sitesinden sahtecilik üretmeye kalkan kişinin, kendi sahtedir.”
“Bu şekilde kaydımızı yaptırdık. Sonra, biz oradan geldik… İşte bir arkadaşımın benden bir yıl önce İstanbul Üniversitesi'ne geçtiğini öğrendim. Evet, şaşırdım. Çünkü ben, ‘geçiş’ diye bir şey bilmiyorum yani. Doğu Akdeniz de olsa bilmiyorum, Girne Amerikan da olsa bilmiyorum yani. Şaşırdım. ‘Aaa nasıl oldu?’, ‘E geçiş ilanı çıktı, geçtim’, ‘Öyle mi?’, Öyle’, ‘İyi, hayırlı olsun.’ Üzüldüm de. Ev arkadaşım. Kendisi de burada. Üzüldüm de gittiğini. Ağladım yani adam yanımızda olmadığı için. Bir sene alışmışız birbirimize. Ağladım yani. Bir sene sonra takip ettim. İşte az önce gösterdiğim şu ilanı gördüm. Ve başvurdum. İşin hikayesi bu. Sonra, 90 yılında İstanbul Üniversitesi'ne geçiş yaptım. Benden 2 sene önce babam, İstanbul'a iş hayatını getirmişti. Beraber ticaret, koşturduk, gece-gündüz çalışan bir iş adamı oldum bu gencecik yaşta. Yetinmedim; onun dışında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencisi oldum. Yetinmedim; İstanbul Üniversitesi'nin futbol takımının kalecisi oldu. Kazandığımız bütün maçları heba etti savcı! İlk defa tarihinde Türkiye finallerine gittik Kocaeli'de. İstanbul Üniversitesi'nin kalecisiydim o zaman. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nin kalecisi oldum. Bunları yaşadım. Dolu senelerle biz o üniversiteyi bitirdik ve anamın ak sütü gibi helal diplomamı aldım. İşte benim yaşamım, bu kadar sahicidir.”
“Hayatın gerçeklerini konuşmak lazım. Bizi hayatın gerçeklerinden uzaklaştırarak, makama saplanarak, o makamdan kopmamak adına, bu ülkeye gündem yaratmak adına, sahteciliğin dik alasını yapan bir dönemle karşı karşıyayız. Bugünün gerçekleri çok yakıcı. O bakımdan bu durumun, açıkçası net sebebi olan, az önce ifade ettiğim gibi, önümüzdeki ilk seçimlerde milletten ve milletin iradesinden korkan akıl, iktidar, cumhurbaşkanı adayı olmamam için, üniversite diplomamı gasp ederek, yaptığı ve yaptırılan bu işlemden dolayı bugün buradayız. Bu çok net. Bu, şu anda bu milletin her ferdinin zihninde, aklında yerleşmiş bir kanaattir. Çok net. Ayıptır, yazıktır, utanç vericidir. Pespaye bir durumdur. Sanki kendine ait bir koltukta oturuyor. Millete ait yahu. 86 milyon insana ait. Gelirsin ve gidersin. Gelirsin ve gidersin. O bakımdan kaybettiğini, kaybedeceğini anladığı için, rekabetten kaçtığı için, demokrasiye inanmadığı için ve hiç inanmadığı için, bugün işte aylardır bu ülke sıkıntı çekiyor, zulüm çekiyor, parasını kaybediyor.”
“Partimizin 23 Mart'ta, Genel Başkanımızın -kendisini saygıyla selamlıyorum- ortaya koyduğu ‘ön seçimle adayımızı tercih edeceğiz’ fikriyle beraber, yapılan ön seçim tarihine, sırf o ön seçime bile ulaşmamak adına, diplomamı telaşla, alelacele gasp etmenin ve beni cezaevine göndermenin bütün gereçlerini ortaya koydular. Ellerinden geleni yaptılar. Düşman hukuku, yargı tacizi, ahlak dışı işkence, sürgün… Ne varsa yaşattılar. Yaşatıyorlar. 250 milyar dolar desek bu ülkenin kaybını, yanılmayız. Yazık. Burada yargıyı, en yüce makamı temsil eden Hakim Bey’den savcısına, buradaki güvenlik görevlilerinden, güvenlik güçlerinden herkesin cebinden milyonlar aktı gitti. Sırf kendi ikbali ve kendi koltuğu için! Yazıktır. Bugün yapılan bu ahlak dışı ve hukuk dışı uygulamalar, gerçekten o açıdan devletimize, millettimize karşı yapılmış uygulamalardır. Çocukların geleceğini çalmaktır. Gençlerin geleceğini çalmaktır. Umutsuzlaştırmaktır. Ve bugünün iletişim çağrında çağında, tarihi geçmiş, pespaye hamlelerdir.”
“Ve açıkçası bugün başka gerçekler var: Diploma sahteciliği var. İntihal ve akademide iltimasla meslek sahtecilikleri var. Unvan sahtecilikleri var. Yani adalet önündeyiz. Sahtecilikle avukat olan, oldurulan sistemler kurulmuş bu ülkede. Bunlar görmediğimiz işler. Geçmişte hiç görmediğimiz, bilmediğimiz işler. Sayın Hakim, Türkiye'de milletimizin yüzde 80’i Yüce Türk Yargısı’na inanmıyor. Yüzde 80’i! Bu çok acı bir orandır. Bunu düşünmeniz gerekir, düşünmemiz gerekir. Yüzde 80’i inanmıyor. Ben demiyorum bunu, onlarca anket söylüyor. Güvenmiyor, inanmıyor, siyasete alet edildiğini düşünüyor. Farklı farklı soruların, farklı farklı cevaplarını alabilirsiniz. Yazık değil mi? ‘Adalet mülkün temelidir.’ Toplumun yüzde 75’i TUİK'e güvenmiyor. Bilgiye güvenmiyor. Devletin bilgi kaynağına güvenmiyor. Milletin 3’te 2’sinden fazlası, yöneten hükümete güvenmiyor. Bütün kavramları, bütün kurumlarını içine alarak söylüyoruz. Yahu inancımızı temsil eden Diyanet'e güvenmiyor millet, Diyanet’e. Diyanet'e güvenmiyor, doğru yolu göstereceğine inanmıyor. Ortak yaşam irademizi azaltıyor bu tür hamleler, yapılan bu işler.”
“Milletimiz hoşgörüyü değil nefreti; birleşmeyi değil, kutuplaşmayı yaşıyor sabahından akşamına her gün. Çetecilik, cinayet, dolandırıcılık, organize suç, uyuşturucu, kadın cinayetleri… Halkımıza adım adım ‘karanlığa mahkumuz’ hissini veren bir dönemle karşı karşıyayız. Yahu bu acı bir durum. Bunu çözmemiz lazım. Kaşları çatık bakan bir yönetici anlayışı. Kızgın. Konuşurken kafası öne eğik. Böyle öfkeli bakan… Devlet şefkattir. Devlet şefkattir. Devlet, çocuğu bakışıyla ısıtacak, ısıtacak. Devlet, anneye güven verecek. Babayı, gururla ailesine hizmet eden bir fert haline getirecek. Her mesleği kendi konumunda hakkını veren, hakkını temsil eden bir pozisyona oturacak. Devlet kızgın olur mu yahu? Devlet öfkeli olur mu? Devlet öc alır mı? Devlet yalan söyler mi? Devlet kafa göz yarar mı? Devlet şiddet yapar mı? Devlet eziyet çektirir mi? Bizim devlet anlayışımızda bunların hiçbirisi yok. Binlerce yıldır bizim devlet anlayışımızın kıyısından geçmez bu anlayış. Nereden çıktı bu? Umudu iflas ettiriyorlar umudu. Ama ettirmeyeceğim. Umut burada, umut. Herkes aynaya baksın, ‘Umut burada’ desin. 86 milyon umut var bu ülkede. 86 milyon, bir kişiyi ezer geçer yani.”
“Ülkenin yüzde 70’e yakını, ‘Geleceğe dair umudum yok’ diyor Sayın Hakim. Artık iyiyi aramıyor insanlarımız, kötülükten kaçmaya çalışıyor biliyor musunuz? Bu diploma davasına inanmayanların oranı yüzde 75. Benim diplomam iptal edildikten sonra ben hapisteyim. İlk defa konuşuyorum. Beni çıkarsınlar, konuşayım. Kameralarda yayınlansın. Her şey yayınlansın. Bir konuşayım. Bu ülkede inanan kalmayacak. Bir kişi kalabilir belki! Onu da herkes biliyor kim olduğunu. İşte bunu yaratan hükümet, bu umutsuzluğu, kendi ikbali ve koltuğu için, ona yapışarak yol yürüme anlayışına sahip olduğu için, bunu yaratan o akıldır. Devletin şefkatli eli olmanın ne olduğunu ben biliyorum. Güler yüzlü olmanın ne olduğunu ben biliyorum. 2019’da gülerek anlatıyorum, sevgiyi anlatıyorum, sarılmayı, kucaklaşmayı anlatıyorum; ‘sevgi pıtırcığı’ diye benle dalga geçiyorlar. Evet sevgi pıtırcığıyım yahu. Hala sevgi pıtırcığıyım. Ben her insanımı sevmezsem, nasıl bir insana hizmet edebilirim? Mümkün mü bu? Doğayı sevmezsen…”
“Bu memleketin, bu milletin geçmişinde, genetiğinden gelen ‘İnsanını yaşat ki devlet yaşasın’ var. İnsanını yere eğdir, çömelt, gözüne biber gazı sık, başını öne eğdir. Böyle bir anlayış yok ki bizim anlayışımızda. Kim çocuğuna bunu yapabilir? Hangi anne? Hangi baba? Çocuğuna yapamazsın. 5 yaşındaki çocuğuna yap. 3 yaşındaki çocuklarınızın, 2 yaşındaki çocuklarınızın evde nasıl başı dik durduğunu, nasıl baş kaldırdığını görürsünüz. O nedir biliyor musunuz? Genetiğinde var o. İşte o hangi çılgın bana zincir vuracakmış; şaşarım... Yani bu milletin genetiğinde hürriyet vardır, özgürlük vardır. Öyle geçiş dönemleri fasa fiso. 12 metrekarede öyle özgürüm ki; O, sarayında çatlasın! Ben, 12 metrekarede özgürüm. (Mahkeme Başkan’ı teknik bir sorun için araya girip, ‘Sizi dinliyorum’ dedikten sonra.) Çağırın, bir daha gelir anlatırım mahkemeye, sorun yok. Günlerce anlatırım yani.”
“Üniversiteden bahsediyoruz, diplomadan bahsediyoruz. Bu ülkede, eğitime güven duymayanların oranı yüzde 70. Özel eğitime mahkum olmuş bir ülkedeyiz. Ben, devlet okulunda okudum. İlkokulda okudum. Az önce söyledim, Çocuk Esirgeme Kurumu'nun çocuklarıyla okudum. Yani bu ülkenin eşitliğini yaşadım. Biz, bu ülkeye tekrar çocuklarını güvenle devlet okulunda okutacakları bir dönemi var ettiğimizde, bu ülkenin asla başı öne eğilmez. Bu kadar net. Ama bizim bu ülkede, çocuklarımızı ve şu anda hiç kimse maaşıyla mümkün değil ki bir çocuğun özel okuduğu okutabilsin. Mümkün değil yani. Üniversite mezunlarının üçte biri işsiz. Avrupa'daki işsizden daha fazla işsiz ülkemizde var. Yüzde 30’larda gerçek işsizlik. Ben, infaz memurlarına soruyorum, sohbet ediyorum, yürürken, ayakta, burada kardeşlerimiz, gençlerimiz var farklı meslek dallarında. Birçoğunun hak ettiği mesleği yapmadığını ben biliyorum. Onun için yeni bir döneme ihtiyaç var. Bütün sorunların kaynağı bu. Bütün yapılan iş ve işlemler, bu yapılan darbe süreçleri, yaşatılanlar, işte devleti de sistemi de bu anlamda çürütmüş, vatandaşın inanmadığı bir süreç haline gelmiştir.”
“Demokrasinin en önemli özelliği, topluma ve yurttaşına sağladığı süreklilik duygusudur Sayın Hakimim. Yani sandıktır. Seçimin varlığıdır. Vatandaşın seçme ve seçilme hakkıdır. Bu özellik, bir devletin, bir liderden daha uzun ömürlü olmasını sağlar. Daha iyisini seçme, daha iyisini yakalama sürecini sağlar. Demokrasiden bahsediyoruz. Bunun başka bir ismi de var; ‘Halefiyet’ diye de anılır. Bu sistem, ayrıca siyasete rekabet getirir. Toplumun gözüne girme gayretini sağlar. Türkiye, 200 yıllık demokrasi ve sandık mücadelesine rağmen, ne yazık ki hızla bir demokratik sistem ihlaline doğru gitmektedir. İktidar gücünü elinde bulunduranlar, bu gibi çok sayıda dava marifetiyle, kendilerinden sonra geleceklerin önünü kesmektedirler. Bu demokrasiye saplanan çok açık, sert ve keskin bir bıçaktır. Yarası derindir, ağırdır, tahribatı büyük olur. Biz bunu iyileştirmezsek, önümüze bakamayız. İnsanlar, yanlış bir tercih yapabilir ama demokrasi onu düzeltir. Demokrasi onu revize eder. Restore eder. İyileştirir.”
“İnsanların oyuyla oyuna girenler, yine insanların oyuyla çıkmayı sindirecek, sindirecek. Öyle ‘ailemden birini arayayım, o gelsin, bu gitsin!’ Böyle bir şey yok. Pırlanta gibi 86 milyon insanımız ve onların evlatları var. Bu ülkede eşitlik ilkesi var. Özgürlük var. Demokrasiyi ve seçim sandığını, seçimi, sandığı korumak gerçekten hepimizin görevi ama Sayın Hakimim, sizin daha önemli göreviniz.
Gerçekten adalet, mülkün de devletin de temelidir.
Hakimlerin, savcıların, mahkemelerin en önemli görevidir… Demokrasiyi, Cumhuriyeti, adaleti bütünüyle korumak en önemli görevinizdir. Ve bu ülkede, Makyavelizm peşinde koşanlar, ‘gaye vasıtayı meşru kılar’ diyen aklı, hiçbir omzun kaldıramayacağı ağır bir yüktür. Dünyanın demokrasiyi yok sayan, çılgınca işler yapan ülkelerinin peşinden biz gidemeyiz. Bakın; başka bazı ülkelerin farklı zenginlikleri olabilir. Bizim zenginliğimiz, insan kaynağımızdır. Sizsiniz, biziz, hepimiziz. Burada olmayan evlatlarımız, insan kaynağımız, en büyük zenginliğimiz. İnsan kaynağımızı yeteneğiyle var eden ise özgürlüktür, demokrasidir, Cumhuriyettir. Onun erdemidir, onun verdiği fırsatlardır, onun verdiği, bize yakalattığı imkanlardır. Bu değerlerimize sıkı sıkı tutunmak zorundayız. Çocuğunuzu, evladınızı, yeğeninizi, evli olmayanlar yarın kuracakları yuvaların varlığını düşünüyorsa, bunu unutmamak zorundayız.”
“Bakın; bugünün iktidarına, sözüm ona ‘din adamı’ denen insanlar, fetva veriyor. Ne diyor biliyor musunuz? ‘İktidarı korumak için, yanlış işler yapabilirsiniz’ diyen din adamları var! Bunları, devletin kapısına yaklaştırmayacağız. Böyle bir şey olur mu? Benim güzel inancımı, benim o yani Anadolu'yu aydınlatan, geçmişiyle bütün dünyaya ışık olan benim güzel inancımı yerle bir eden o anlayışı kapımızın önüne getirmeyeceğiz. Devletin kapısına bile yanaştırmayacağız. Bu nasıl bir söz? Bu sözü söyleyen insanlar var. Sayın Hakimim, adalet, devletin en temel görevidir. Adalet olmazsa, devlet olmaz. Türk devlet geleneğinde 2000 yıllık kuralı hatırlatırım: İl gider, töre kalır. Yani devletin başına ne gelirse gelsin, eğer töreniz yaşıyorsa, siz de yaşarsınız. 16 devlet yıkılmış, 17. olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuşsa, sebebi, asla yıkılmayan töremizdir. Nazım Hikmet'in şiirindeki gibi: ‘Dört nala gelip uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim’ diyebilmemizin sebebi de bizi ayakta tutan da işte o törenizdir. Her şeyi yoluna koyan töre, yani yasadır. Siz töreyi, yani yasayı, yani adaleti yerle bir ettiğinizde, devleti derin bir uçurumun kenarına yönlendirirsiniz. Oraya getirirsiniz. Türk milletini ve devlet geleneğini asırlardır var eden adalet fikri ve bu fikrin somut hali olan yasa düzenidir. Devletimizin tümüyle, adil ve tarafsız bir otorite olma hüviyetini kaybettiği an, esasen devlet olma özelliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Çünkü hukukun olmadığı yerde, devlet olmaz.”
“35 yıllık emeğim gitmiş. Yani 35 yıl önceki emeğim gitmiş. Bunun anlamı ne biliyor musunuz? Her şeyiniz gidebilir bu ülkede, her şeyiniz. Onun için temeli, töredir. Nitekim tarihimizde ne zaman adalet zayıflasa, devletimiz de zafiyete düşmüştür. Osmanlı'da, adaletin zayıfladığı o son yüz yıl; iltimasla göreve gelen kadılar, adaletsiz kararlar, çıkarları için devleti istismar eden paşalar ve sahipsiz bırakılan bir reaya yüz yılıdır. Üzülerek söylüyorum ki; bugün bunun bir benzeri yaşatılıyor ülkemize. Kendi siyasi menfaatini gözeten ve adeta bir düşman hukuku uygularken kibirle bakan milletimize ve bu kötü süreci yaşatan bir akıl, devleti ve milleti böyle bir zafiyete sokmuştur. Hukuku adil, tarafsızca uygulayacak bir yargıya erki olmazsa, geriye çıkar amacıyla suç işlenen bir eşkıya çeteleri süreci kalır. Yargı, iktidarın elinde siyasi rekabeti belirleyen bir sopa durumuna düşerse, Allah korusun devasa bir beka sorununa döner. Mustafa Kemal Atatürk'ün devlet ve adaletle ilgili çok önemli bir sözü vardır: ‘Adalet gücü bağımsız olmayan milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz. İşte biz son nefesimize kadar milletimize, devletimize ve en önemlisi töremize yapılan bu saldırıya karşı mücadeleye devam edeceğiz. Milletçe, büyük mücadeleyle bu saldırıları aşmak için, bir seferberlik halindeyiz. Ve asla vazgeçmeyeceğiz. ‘Herkes için her yerde adalet ve hürriyet’ mesajımızı her zaman söylüyoruz. Bu yönde hep birlikte de bunu tesis etmek için de çalışmak zorundayız.”
“Tabii Türkiye'yi sarsan bu derin kötülüklere, şeytani stratejilere, en vahşi operasyon ve hamlelere karşı, en üst seviyede gayretimizi ortaya koyarken, burada elbette hukuki gerekçelerimizin, ortaya konan bu ‘saçmalık’ diye tariflediğim iddianameye dönük de 18-19 yaşındaki Ekrem'in yaşadıklarıyla alakalı birkaç hatırlatmayı ben yapacağım. Elbette en geniş manada hem bugün hem daha sonraki aşamalarda müdafilerim gerekli izahları, gerekli belgeleri sizlere sunacaktır. Az önce gösterdim; bir üniversitenin ortaya koyduğu bir davetle, Milliyet gazetesindeki bir ilanla, sürecin nasıl başladığını gösterdim. Siz orada, sözüm ona savcıda ifade veren, geldiğim okulun genel sekreterinin ifade ettiği söylenen… Ben şüpheli buluyorum… Ne yazık ki bazı savcılık ifadelerini de şüpheli şüpheli buluyorum artık. O durumdayım. Bir insan, kendi kurduğu okulu aşağılayamaz çünkü. ‘Hani öylesine, sıradan kuruldu’ falan demez yani. Genel sekreteri. Başka bir okula geçiş yaparken, benim okulumun genel sekreterini, işte ‘sizi kime sorabiliriz’ diye yazmam kadar doğal bir şey olamaz. Doğru, tanımam kendisini, ama okulun genel sekreteri, açın ona sorun. O kadar kendime güveniyorum yani. Dolayısıyla o kişi, bu ifadede öyle bir cümle kuruyor ki, ‘Okulu kuran iş adamı, işte Rauf Denktaş’ın desteğiyle okulu kurdu!’ Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne hakaret.”
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kasım 1983’te kurulan bizim göz bebeğimiz, kardeş ülkemiz, kardeş toplumumuz. Türk toplumu var orada, Türk toplumu. Ben, nice mücahitle dostluk yaptım orada. Kıbrıs Barış Harekatı'nı bilmeyen yok. Rahmetle anıyorum Ecevit'i. Rahmetle anıyorum Başbakan Yardımcısı Erbakan’ı. Kıbrıs’a hakaret ediyorsunuz yani. Şu iddianamede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti'ne hakaret var. Ve o ülkede, bir üniversite kurulmuş. Bunu alkışlayacağına… Üniversite kurmuş. Üniversiteler dönemi başlatılmış. 86 yılında kurulmuş. Zaten aynı yıllarda Doğu Akdeniz'de kuruluyor. Sonra da başka üniversiteler kuruluyor. Ve şu anda üniversiteler devleti oldu yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Diploma iptal edilsin diye, neredeyse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını inkar edecekler yahu. Şaka gibi. Onun için, UNCN dediğimiz önemli bir adımdır o ülkede. Önemli bir üniversitesidir. Şu anda adı, Girne Amerikan Üniversitesi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Üniversite eğitiminin önünü açmıştır. Bu bağlamda o süreci karşılayan, yapan, kuran, önünü açan herkesi tebrik ediyorum. Rahmetli Rauf Denktaş adına, Beylikdüzü'nde 500 metrekare anıt yaptırdık biz. Kıbrıs anıtı. Kuzey Kıbrıs'ı anlatan. 500 metrekare. Görmenizi tavsiye ederim. Nasıl bir mücadele verilmiş? Anlatıyor her köşesinde. Belgeleriyle.”
“Kıbrıs aşığıyımm bu arada. Onu da söyleyeyim yani. Türkiye benim vatanım. Kıbrıs gerçekten benim yavru vatanım. Türk Ocağı Kulübü'nde de futbol oynadım. Türk Ocağı da Limasol'da Türklerin kurduğu bir kulüptür. 1950’li yıllarda. Sonra ülke paylaşılınca, Girne'ye gelen Limasollular'ın Girne'de devam ettiği bir kulüptür Türk Ocağı. Kaleciliğini yaptım 17-18 yaşında. O okul işlem yapmış, başlamış. 1986’yla 91 yılı arasında da okumuş bir kardeşim var burada. Kartal'dın değil mi sen? Beşiktaşlıydın, evet. Kaan kardeşimiz, 1986-91’de okumuş. Ben de orada okusaydım, Southeastern Üniversitesi’nden alacaktım. Okumuş. 86-91. O dönemde, yani 86-91’de okumuş bu kardeşim, bu arkadaşım… Tabii o dönem, usulen Girne Amerikan Üniversitesi diye de bir diploma vermişler daha sonrasında. Ama esası Southeastern.”
“(Hakim konuyla ilgili detayı anlamak için araya girince.) Bir önemi yok bunların. Bu bir şey ispat etmiyor yani. Sadece kendini tatmin ediyorum şu anda. Bir şey ispat etmiyor. Bu konunun esası tek yani. Adam istememiş; şu anda uğraşıyoruz onunla. Kaan kardeşim, YÖK’e başvuruyor 95 yılında. Lazım oluyor ona. Kaan 91 yılında okumuş o okulda. YÖK diyor ki, ‘Senin diploman geçerlidir kardeşim.’ 95 yılında. 86-91’de Sayın Hakimim. Diyorsunuz ya ’90 öncesi yok o okulun!’ İddianame diyor. İddianamede yazan gibi değil, YÖK demiş ki, ‘Senin diploman geçerli kardeşim. Git nerede kullanıyorsan kullan.’ (Arkadaşı Kaan’a.) Yani cumhurbaşkanı adayı olabilirsin. Şimdi iddianamede diyor ki, ‘YÖK, sadece Doğu Akdeniz Üniversitesi demiş.’ 90’dan önce böyle bir yazı yok. Tek bir yazı var. Birisi münferit sormuş Doğu Akdeniz Üniversitesi'ne. Ve orada, ‘sadece’ diye bir kelime yok 90 öncesinde. Avukatlarım bunu size sunacaktır, anlatacaktır. Detayına girmiyorum. Böyle bir belge yok. Yani bir iddianamede, evrakta sahtecilik yapar mı savcı yahu! 90 öncesi böyle bir yazı yok. Kasıtlı bir hamle yani. Kasıtlı bir savcılık hamlesi.”
“Diyor ki iddianamede, ‘Doğu Akdeniz Üniversitesi, sahte bir şekilde kütüğe…’ Kütükle benim ne alakam var? Benim kütükle ne alakam var? Üniversitenin kütüğüne ben mi oturdum kalemle yazdım yani? Bununla bir ilişkisi olabilir mi? Ama şunu söyleyeyim: Bakın bu benim dilekçem. Pırlanta gibi. Yani o kadar güzel yazmışım ki, vallahi bir tek imzam biraz olgunlaşmamış. Genç, ergen bir delikanlıyız işte. Yazmışım burada: ‘1988-89 öğretim yılında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Southeastern Üniversitesi Washington DC adlı üniversitenin akredite etmiş olduğu, UCNC Üniversitesi’nin önce hazırlık bölümünü, daha sonra da İngilizce İşletme Bölümü’nü, ikinci sınıf alttan ders bırakmadan bitirdim. Öğrenimimin geri kalan bölümünü Yüksek Öğretim Kurumu'nuza bağlı İngilizce işletme bölümünde bitirmek istiyorum. Bunun için gereğini arz ederim. Saygılar sunarım. Ekrem İmamoğlu.’ Bu kadar. Beni kütükteki yazıdan suçluyor. Yahu benim burada yazım var. Yok efendim web sitesinden suçluyor. Böyle bir kurgu olabilir mi? İddianamede ben yokum ki zaten. İddianamenin sahibi de savcı değil zaten.”
“O kadar titiz davranmışım ki, geldiğim üniversitenin belgelerini, broşürlerini koymuşum, gizlememişim ki UNSC'den geldiğimi. Var yani orada. Bakın orada yazıyor: ‘Sadece dilekçesi var, transkripti var, geldiği üniversitenin broşürleri var.’ Aşağılayarak yazıyor yani! Ne olacaktı başka? Boy fotoğrafı mı koyacaktım? Başka ne koyacaktım yani) Ne belgesi istiyorsa, onu koydum. Mesela broşür istemiyordu ki ben koydum. Titiz davranmışım yani. Aile fotoğrafı mı koyacaktım? İlanda var. Üniversiteye gidiyorsun, üniversite diyor ki, ‘şunları getireceksin’ diyor. Onu alıp gidiyorsun, hazırlıyorsun evraklarını getiriyorsun. Bir sene önce benim okulumdan geçiş yapan oldu diyorum size. Bir sene önce almış zaten, orada öğrenci var. Başka bir ispata gerek var mı? İsnat diye bir şey yok. Yalan var, iftira var. Yine okul araştırma yapmış. Üç tane hocayı görevlendirmiş. Çok değerli hocalar var burada. Biri rahmetli olmuş. Göksel Yücel. O zaman Doçent, Mahmut Paksoy, doçent, Serdar Küçükefsun. Araştırmışlar. Burada yazıyor; ‘KKTC UCNC Üniversitesi öğrencisi Ekrem İmamoğlu'nun şu şekilde, şu dersleri alması kaydıyla geçişi doğrudur’ demiş ve bunlar karar vermiş.”
“Diyorlar ya ‘kütükte NCNC yazmıyor.’ Bakın; ben öğrenci belgesi aldım okuldan. 20 Şubat 91. Bir başka öğrenci belgesi de burada. Yine 91 yılında almışım. Yani bu İstanbul Üniversitesi öğrenci belgesi bu arada. Yazıyor burada bakın. ‘Evvelce yükseltmekte bulunup bulunmadığı. KKTC NCNC Üniversitesi.’ Bakın burada yazıyor. Ben kütükten anlamam. Ben nereden bileceğim kütük! Öğrenci belgesi. Bakın burada bir öğrenci belgesi daha veriyorum. Burada diyor ki, okul yazmış oraya, ‘Adı geçen öğrenci, fakültemize KKTC NCNC Üniversitesi'nden ikinci sınıfta nakil olarak gelmiştir. 91 yılı. Tutturdular ‘kütüğe kim’ yazdı? Kim yazdı bana ne? Az önce dedim ya; birisi bir şebeke kurmuş. Ekrem 18 yaşında, anlamışlar cumhurbaşkanı adayı olacak diye! Sayın Hakim, bunlar komik şeyler bakın. Utanç duyuyorum. Diyorum ya ben kendimi nasıl savunacağımı şaşırdım yani. Savunacak bir durum değil bu.”
“Orada bir devlet var. Gurur duyduğumuz Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Orada bir üniversite kurulmuş. Gidiyorum Türkiye Büyükelçiliği’ne Lefkoşa'da, belge alıyorum. Ne belgesi? Yani öğrencidir, burada üniversitede okuyor. Ve o belgeyle beraber oturma izni almıyorum. 2 sene orada kalıyorum, oturma izni alıyorum. Yine öğrenci olduğuma dair belgemi onaylatıyorum. Türkiye'den lisansım Kıbrıs'a gelip, Türk Ocağı'nda futbol oynamamı sağlıyor. Öyle olmadı mı Selçuk? Sen de öyle aldın değil mi? O da Fenerbahçe'den gelmişti. Trabzon-Fenerbahçe. Şimdi bütün bu işlemleri yaparken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de muhatap Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti de muhatap ya. Bir savcının çıkardığı işe bak yahu. Şurada tartıştığımız konuya bak yahu. Kıbrıs'ı tartışıyoruz. Kıbrıs'ın okullarını tartışıyoruz yahu. İstanbul Üniversitesi'ni tartışıyoruz. Ben, İstanbul Üniversitesi Rektörü’nü iptalden önce aradığımda, ‘Bakın bu bir namustur. Yanlış bir işlem yapmayın’ diye telefonda aradığımda, telefondaki acz içindeki sesini ben duydum bu kulaklarımla. Acz içindeki sesini. Baskı altındaki sesini, kulaklarımla, o tiz sesini duydum. Yazıktır. Üç tane adamı atamışsınız; sanat yönetmeni, doktor, iktisat fakültesi, mimar! Hukukçu yok! Niye? Her şeyi göze alabilsin diye. Siyasi sicillerini çıkartabilirim size tek tek. Ayıptır. Yazıktır. Ekrem'in diplomasının peşine düşmek! Ayıptır yahu.”
“Tam da sırası geldi. Okul tatil oluyor. Yani bu işin savcısı belli ya, ona gönderiyorum yani. Okul tatil oluyor, annesi soruyor oğluna, ‘Oğlum karnen nerede’ diye. O da cevap veriyor: ‘Babasını korkutmak için arkadaşıma verdim’ diyor. Yani kendisinde olmayan bir evrakın üzerinden, memleketi bu kadar zora sokmanın bir anlamı yok. Gerçekten bu ülkenin artık bir umut seferberliğe ihtiyacı var. Şu saçma sapan işlerden acilen kurtulmaya ihtiyacı var. Milletin parası cebinde eridi. Türk yargısı yerle bir edildi. Yerle bir. Yargılama yapılmıyor. İnfaz yapılıyor, yargısız infaz. Umut seferberliğine ihtiyacımız var, umut seferberliğine. Biz, işte bu umut seferberliğine talibiz. Milletimize korkuyu değil, umudu yaşatmak için de asla vazgeçmeyeceğiz. Bizi zannediyorlar ki zindanlarda susturabilecekler. Susmayız, susmayız. Susmayacağız. Ben neler yaşadım? Bu millet neler yaşardı? Yerel seçimleri kazandık, yerel seçimi iptal ettiler yahu. Bir zarfa atılan dört oydan birini iptal ettiler. Yani şu diploma işi ondan bile acı. Zarfın içinde dört oy var. Diyorlar ki ‘biri iptal, ama diğerleri geçerli!’ Gerekçe ne? Sandıkta teröristler varmış! Yani sandık görevlileri teröristmiş’ Kim atadı onu? Seçim Kurulu. Ben değil. Bunu gerekçe gösterdiler. Seçimi iptal ettiler. Zarfın içinden bir tanesini iptal ettiler. Bunları unutuyoruz. Bunlar önemli meseleler.”
“Bakın ne diyorum? Siz bu ülkenin sandığını ve geleceğini koruyacaksınız, siz. Adalet. Önemli bir göreve talipsiniz, hepimizden daha önemli göreve. Biz önünüzde ceketimizi ilikleriz, ama sizin önünüzü ilikleyeceğiniz kimse yok bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde. Seçimimizi iptal ediyorsunuz. Ne oldu? Bir daha kazandık. 13 bin oydu. Kaç oldu? 806 bin oy oldu. İBB'ye iş yaptırmamaya çalıştılar. 6 senede 1.500’ün üzerinde soruşturma, teftiş, denetim… Yaşamadığımız kalmadı, yaşamadığımız. Her şeyi yaşattılar bize 6 senede. Hapsi bile bize yaşattılar. Ama millet gereğini yapıyor. Nasıl 2019’da ikinci seçimde demokrasi şamarını attıysa, 2024’te de 1 milyon 100 bine yakın oy farkıyla kazanmamızı sağladı. Millet doğruyu gösteriyor, terazi var elinde. Ben ona o kadar güveniyorum ki. Ben, gelen notlardan kendime karalama yapıyorum. (Ses ve görüntü kaydı alındığı için mikrofondan uzaklaşmaması ricasında bulunan hakime…) Beni hassasiyetinizle hayran bıraktınız kendinize, onu söyleyeyim. Eridim karşınızda açıkça. Kalben söylüyorum yani bunları. Çok teşekkür ediyorum. Örnek olsun. Neyse, bu sözlerimden dolayı siz de bir ceza görmezsiniz umarım. Tabii ki olması gereken ama, ben biliyorum.”
“Bakın o kadar tesadüf ki buraya not aldım. Son anda birkaç hatırlatma aldım kendime, son anda. Daha doğrusu 12 Eylül'ü fark ettim. Farkında değilim yani. Nasılsa her gün ihtilal yaşıyoruz, yapacak bir şey yok! 12 Eylül'ü yazmak için son anda çektim aldım karalamak için en üste. Çok hoş. Şu fotoğrafın güzelliğine bakar mısınız? Bir kadıncağız ağlıyor Kadıköy'de. Demişim ki, ‘Kendimi önce Allah'a sonra milletime emanet ediyorum’ demişim ya. Hiç yanılmadım. Milletime kendimi teslim etmekten hiç yanılmadım Allah'ıma şükür. İşte benim cezalandırılmamın sebebi, şu fotoğraf biliyor musunuz? Şu fotoğraf nedir biliyor musunuz? Genel Başkanım, bu fotoğraf… 39 ilçenin 32’sinde Ekrem İmamoğlu birinci çıktı. Son 2024 seçimleri. 39’un 32’sinde. Bunun sadece dört tanesinde, bir puan civarında ve altında oy oranıyla ikinci olduk. Bu benim için öyle büyük bir onur ki. Beni savcının yazdığı saçmalık hiç ilgilendirmiyor. Açık söyleyeyim; vız gelir tırıs gider…” Ama yargının kararı beni ilgilendiriyor. Yargı, benim tek sığınağım. Yargı benim tek sığınağım. Bu bakımdan ben, bu ülkenin insanlarına çok güveniyorum.”
“Oy verenleri, vermeyenleri birbirinden ayırmadan görev yaptığımız için biz bu durumdayız. Kreşleri açtığımız için biz buradayız. Kreşleri kapatmaya çalışıyorlar. Yahu normal bir devlette ödül vermeleri lazım, teşvik etmeleri lazım. Tesadüf burada çalışanlar bile, ‘Çocuğumuz öyle bir değişti ki, Allah razı olsun’ deyip, gelip bana teşekkürlerini iletiyorlar. 150 tane kreş açtık. Sıfırdı. 12 bin, 13 bin öğrencimiz var. 15 bin olacak yakında. Yurtlarımız var. 6000 öğrencimiz var. 5 bin liraya kalıyor. 4 bin 800 küsur liraya kalıyor. Sabah, öğle, akşam yemeğini yiyor. Pırlanta gibi yurtlarımız var. Kime yapıyoruz biz bunu? Milletin parasını millete veriyoruz. 0-4 yaş arası annelerin, çocuklarıyla beraber İstanbul'u bedava dolaşmalarını sağlıyorum. Çünkü evden çıkmadıklarını ben biliyorum, aralarından ayrılmadım. Ve ‘O çocuklara ben bunu vereceğim’ dediğim zaman, İstanbul'da ilçe ilçe gezen beyefendi, mitingde dedi ki, ‘Sen kimin parasını kime veriyorsun?’ Ben de dedim ki, ‘Milletin parasını millete veriyorum, bir avuç insana değil.’”
İfadenin bu noktasında Mahkeme Başkanı, duruşmaya 10 dakika ara verdi. Duruşma salonundan ayrılmayan İmamoğlu, bu boşlukta CHP Genel Başkanı Özel, ailesi, üniversite ve mesai arkadaşlarıyla, gazetecilerle sohbet etme olanağı buldu. İmamoğlu, duruşmada taktığı kravatını da CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’e hediye etti. Jandarma eşliğinde salonun ortasına kadar ilerleyen İmamoğlu, kendisine desteğe gelen ilçe belediye başkanları ve vatandaşları selamlayıp, kısa sohbetler gerçekleştirdi. İmamoğlu, aranın ardından savunmasına kaldığı yerden devam etti:
“Az önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki hizmetlerimizin karşılığında, toplumun ve vatandaşımızın bize teveccühünü haritada göstermiştim ve bununla onur duyduğumu, gurur duyduğumu ifade etmiştim. Ve bu hizmetlerimizin devam etmesi de beni elbette gururlandırıyor. Kesintisiz bir şekilde vadettiğimiz her şeyi, arkadaşlarımız yürütüyor. Çünkü, liyakati öne koyduk ve kişiye bağlı bir düzen, kişiye bağlı bir sistem arayışında değil, kurumsal bir arayışın peşinde olduk. Bu manada, gerçekten çok gururluyum. Ama tabii bu başarımızın örselenmesi, başarımızın engellenmesi, başarımızın tabiri caizse çiğnenmek istenmesi, iktidarın kendi siyaset yöntemine dönüşmüş durumda ülkede. Bu çok yanlış. Halbuki Türkiye'de ama yerelde ama genelde iktidar-muhalefet arasındaki düzenin bir yarışa dönmesi lazım. Hizmet yarışına dönmesi lazım. Vatandaşa kendini beğendirme yarışına dönmesi lazımken, ne yazık ki çirkin bir şekle dönüştürülmüştür. Devletin her kurumu çok büyük hasar alıyor ama en büyük hasarı, son dönemde yargının aldığının da altını çizmek isterim.”
“Bu yönüyle İstanbul'da oluşturduğumuz ‘İstanbul Modeli’, İstanbul İttifakı’nın; ‘Türkiye Modeli’ne ve ‘Türkiye İttifakı’na dönmesi, bu tür usulsüzlüklerin sona ermesi bizim mücadelemizin en önemli prensibidir. Allah'a şükürler olsun ki, ben, bize yaşatılan bu kara dönemin, kara düzenin sonucunda Silivri'deyim. Yani ben size, bir nevi ‘hoş geldin’ diyorum. Çünkü siz buraya geldiniz ve normalde yargılama yapmanız gereken yerden başka bir yerde yargılama yapılıyor. Bu düzen her ne olursa olsun, -fiziksel ihtiyaçları siz tariflediniz ama- her ne olursa olsun, yargı, kendi ortamında yargıyı yürütmelidir. Yargıyı milletten kaçıramazsınız. Yani bir binanın etrafına bariyerler dizerek, toplumun oraya ilgisinden orayı uzaklaştıramazsınız. Bu anlamda çok kötü bir sınav verdiğimiz nettir. Umarım bunlar düzelir. Düzelmesi için de çok büyük bir mücadele veriyoruz. Bizi kendisinin, hani ‘başımıza bela oldu’ diye yorumlayan bir anlayışla hamleler ve stratejiler ortaya konuyor. Diploma meselesi, yani bunun gerçekten zirvesi. Zirvesi çünkü, çok anlatılamayacak bir şey. Yurt dışından ziyaretçilerimiz geldiğinde bize geçmiş olsun ziyaretine ve bunu doğru bulmuyoruz ziyaretine geldiklerinde, 7-8 heyetin ilk konusu, ‘Bu nedir, anlatın’ diyor. Anlatamıyoruz yani. Buna kelime yetmiyor.”
“Bu manada bizim derdimiz kaldı ki kimsenin başına bela olmak değil yani. Tam aksine kadim devletimizi, milletimizi, getirdikleri uçurumdan, belalardan kurtarmak için yol yürüyoruz. Bunun için çalışmak, hiç durmadan çalışmak, bıkmadan, yorulmadan, çok yoğun emekle çalışmak tek yolumuzdur. Ve 86 milyon insanımızın ‘oh be’ dediği bir sabaha uyanmasını istiyoruz. ‘Rahatladık, nefes alıyoruz, çektiğimiz nefes böyle ciğerimize, bütün vücudumuza iyi geliyor, milleti iyileştiriyor’ dediği güne uyandırmak, özgür, mutlu, huzurlu, barış içinde bir ortama kavuşmasını sağlamak istiyoruz. Ben milletimizin vicdanına, gönlündeki adalet terazisine hep güvendim ve güveniyorum. Gerçekten seçimden seçime hatırlanan bir vatandaş siyaseti değil, her gün vatandaşına hizmet eden ve kendilerine pastayı ayırırken, vatandaşına kırıntıyı bıraktıkları, umutlarını, hayallerini tanımadıkları milletimiz, kendilerine yaşatılan her şeye karşı, eminim ki sandık günü geldiğinde gerekeni yapacaklardır.”
“Kaybetmeyi kabullenememe diye bir tutumu da asla doğru bulmuyorum. Yani bu şekilde korkuyla, milletimize gerçekten bu ortamı yaşatmalarını yanlış buluyorum. Biz, sonuçta sorumlu insanlarız. Kaldı ki dünya tarihinde olmayacak bir biçimde, 15,5 milyon insanın oy kullandığı ve ön seçimde ‘cumhurbaşkanı adayı’ tarifini yaptığı bir insan olarak söylüyorum ki; ben, kendimi her yönüyle sorumlu ve görevli kabul etmiş bir pozisyondayım. Bizi bir diplomayla engellemeye çalışanlar, asla başarılı olamayacaklar. Hiçbir plan, kurgu, senaryo, uydurma saçmalıklar bizim önümüze engel olarak dikilemeyecek. Gerçekten Cumhuriyetin temel değerleri, temel duruşu, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait oluşu, bütün bu prensipler, milletimizin kendi kaderini tayin etme iradesi, azmi, kararlılığı, herkesten, her kişiden, bütün iktidarlardan çok daha büyüktür.”
“Türkiye, çok acı zamanları ifade ettiğim gibi yaşadı ve yaşıyor. Özellikle gelinen noktada, son 1 haftadır, 10 gündür, yargının siyasete tümüyle hukuksuz, belgesiz iftiralarla güvenlik güçlerini, valilik, bakanlık gibi tümüyle millete hizmet etmesi gereken makamların da ne yazık ki siyasetin bir şekilde aparatı haline gelerek, endişe verici ortamları ülkemize yaşatmaları, kaygılı bir ortama toplumu sürüklemektedir ve her gün milyarlarca dolar insanların cebinden uçup gitmektedir. Yani yoksullaşan, olan biten her şey insanımıza değiyor. Yazıktır, günahtır. Bir partinin varlığına, mekanına bağımsız bir biçimde faaliyetlerini sürdürmesine, emsalsiz bir biçimde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ayaklar altına alarak işgal, şiddet şekliyle davranarak, hiçbir dayanağı olmadan kurumlarımızı ve özellikle de canımız, ciğerimiz, yani gururumuz Türk polisinin itibarını ezerek iş tutmaları tarihe kara bir leke olarak girmiştir. Ben, bu işin içindeki yöneticilerin talimat biçiminin gelişiyle nasıl lal olduklarını bilirim. Yaşadım ben bunu. Ama bunu kabullenmiyorum. Bu çok yanlış bir şey. Gencecik evlatlarımızı, güvenlik güçlerimizi buna alet etmelerini kınıyorum.”
“Bu saldırılara karşı elbette en büyük güvencemiz; milletimizin irfanı, adalet duygusu, vicdanı ve kendi iradesine müdahale edenlere bugüne kadar vurduğu demokrasi şamarlarıdır, verdiği demokrasi dersleridir. Eninde sonunda Yüce Türk Yargısı’nın namuslu, ahlaklı, erdemli hakim ve savcıları doğru kararları alıyor, alacaktır. Biz, sonuçta sırtımızı yargıya, bu ülkenin adaletine yaslamak zorundayız. Ne olursa olsun mücadeleyi yargı salonlarında, adalet makamlarında, mahkemelerde kazanmak zorundayız. Neyle? Adaletle. Hukukun herkese eşit uygulandığı bir ülke var etmeliyiz. Başka türlüsü bunun düşünülemez. Yaşananlar, uzun yıllardır var olan kayyımlar, siyasi tutuklular, siyasi partilerin genel başkanlarının hapse atılmaları, muhaliflerin tümüne uygulanan orantısız güç, engellemeler, şiddet uygulamaları, AİHM'in kararlarının uygulanmaması, Anayasa Mahkemesi kararlarının yok sayılması, gözaltılar, hapse tutsak olarak konan insanlar, yani çocukların esir alınması, evlatların esir alınması… Avukatım yahu! Mehmet Pehlivan. Hapiste şu anda yahu. Hiçbir dayanağı yok. Benim avukatım, beni savunacak insan.”
“Bir partinin varlığına, mekanına, bağımsız bir biçimde faaliyetlerini sürdürmesine emsalsiz bir biçimde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü yerle bir eden, işgal ve şiddet şekliyle, hiçbir dayanağı olmadan kurumlarımızı özellikle ifade etmiştim yine Türk polisinin itibarını ezerek iş tutmaları, gerçekten tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Bu konuda özellikle yöneticilerin ‘talimat aldım ve yapıyorum’ anlayışının dışında hareket etmesinin, bu ülkenin kurallarında yeri nettir. Yani kurala, yasaya, hukuka uygun olmayan bir talimatı, hiçbir devlet görevlisi yerine getirmez, getiremez. Bu yönüyle evrak, belge göstermeden, bu yapılan müdahalelerin, bu yönüyle de yarınlarda çok sorgulanacağını net olarak biliyorum. Bu çerçevede az önce ifade ettim yine, özellikle toplumun her kesimini baskı altına alan ve insanları o baskıyla hapse atan, gözaltına alan, tutuklama ve yargılama biçimleriyle de yargımıza çok büyük bir zarar verdiğini tekrar ifade edeyim. Halbuki toplumun bizden beklentileri çok yüksek.”
“Bakınız; bugün Türkiye’de çok önemli bir gündemi tartışırken, terörün sona erdiğini ve o terörün sona erdiği ortamda insanlarımızın huzur içerisinde, barış içerisinde, mutlu bir şekilde yaşadığı, refah içinde olduğu ve aynı zamanda geleceğin daha iyi bir biçimde hazırlandığı, gerçek anlamda milletin zenginleştiği, sadece bir bölüm insanın değil, bir kısım insanın değil, milletin adil bir paylaşım çerçevesinde herkesin zenginleştiği bir dönemi yaşama umudu için hareket ediliyor. İşte Meclis’te bir komisyon kurulmuş, çalışma yapacak ve bu tür adımları, milletin evinde beraber düzenleyecek diyoruz. Ama öbür tarafta, bu tür yasaya uygun olmayan, hukuka uygun olmayan tutum ve tavırların son derece toplumu moralsiz ve umutsuz hale düşürdüğü de bir gerçek. Bakınız; anketler çok acı sonuçlar veriyor. Toplumun yüzde 70’i, ‘Evet terörsüz bir Türkiye, insanların eşit olduğu, insanların hak ve hukukunun korunduğu, bu toplumun 86 milyon insanımızın eşit hissedar şeklinde yaşamın gerçeklerinin en iyi bir biçimde, her insanın, her haneye en pozitif şekilde dağıldığı bir Türkiye arzusunu dile getiriyor ve bu çerçevede de bunu istiyor. Yüzde 75 civarında böyle bir çözüm sürecinin olmasını. Ama gelin görün ki, bugün iktidarın bunu başarabilme ihtimaline yüzde 25 bile güvenen yok. Böyle bir vahim durumdayız. Gelen fırsatları kaçırıyoruz.”
“Dünyanın en stratejik, en önemli konumlarından birisindeyiz. Ama böyle bir konumda, böyle bir ortamda gereğini yerine getiremiyoruz. Gerekli itibarlı konumda olamıyoruz. Müttefikleriyle aramız iyi değil. Sadece göstermelik birtakım ilişki arayışları içerisindeyiz. Titrini ‘dostum’ diye tariflediğimiz ülke ilişkisini tarifleyen bir biçimde hareket ediyoruz. Gerçekten bütün bu meselelerin özetidir bugünkü duruşmanın varlığı. Toplumun liyakatte bir sorunu yok. Bu milletin beceride, bu milletin kabiliyette bir sorunu yok. Sadece liyakatli bir biçimde bu işin yönetilme şeklinde sorunları var. Kurumsallaşma sorunları var. Ama en önemli konu da yine tekrar adaletle ilgili sorunumuzun olduğunu da net olarak ifade etmek isterim. Bütün bu yaşanan zor koşullar… (Bu sırada avukat Mehmet Pehlivan SEGBİS ile duruşma salonuna, alkışlar ve ‘Savunma susmadı, susmayacak’ sloganıyla karşılandı.) Ben de avukatım, sevgili kardeşim Mehmet'i selamlıyorum. Ve inşallah bir an önce özgür bir şekilde, doğru konumda burada aramızda beni savunmaya ve görevini yapmaya devam etmesini diliyorum. Bir avukatımın nasıl tutsak edildiğini de bütün Türk kamuoyu yaşadı. Çağrıyla gittiği ve ifadesinin alındığı bir yerde, ne yazık ki sebepsiz yere tutuklanmıştır ve bugün yine tutsak olarak Çorlu'da bu ortama eee eşlik etmektedir. Çok üzücüdür Türk yargısı açısından. Tekrar ifade edeyim. Aramıza katılmasından da duyduğum memnuniyeti belirtmek istiyorum. Bir an önce bu ayıbın giderilmesi ve özgürlüğüne kavuşmasını tekrar diliyorum.”
“Sonuna geldim. Toparlıyorum. Gerçekten hayatımın kamuya hizmet dönemi, benim en gururlandığım zaman dilimi. Bir ibadet, büyük bir ibadet. Çünkü insana hizmet ediyorsunuz ve her anını insanlarla geçiriyorsunuz. Çocuklarla… Çok özlüyorum çocukları özellikle. Gençlerle, kızlarımızla, oğullarımızla… Ve her zaman hak yememeyi ve hakkını yedirmemeyi kendimize ilke edindik. Kesinlikle milletimizin hakkını yedirmemek için de var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. Bu kararlılıktan asla vazgeçmeyeceğiz. Milletin iradesini çiğnetmeyeceğiz. Hukukun herkese eşit uygulandığı, bu cennet vatanımızı herkesin çok güzel bir yaşam geçirdiği bir ülke haline getirmek en büyük idealimizdir. 102 yıl önce kapanan tebaa döneminin perdesini asla bu ülkede açtırtmayacağız. Her insanımızın fikri hür, vicdanı hür bir şekilde yetişmesi için sonsuz gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. Barışı, huzuru, demokrasiyi var etmek en büyük hedefimizdir. Yurtta barış, dünyada barışın güvencesi olacağız. Egemenlik kayıt şartsız milletindir prensibinin, kesinlikle yılmaz bekçileri olacağız. Ve milletin kazanacağı bir ortamda, biliyoruz ki Türkiye kazanacaktır. Bir avuç insanın kaybettiği ama milletin kazandığı bir dönemi de çok yakın zamanda ülkemize yine biz kazandıracağız.”
“Tabii diploma iptaliyle uğraşan bu anlayıştan, milletin diplomalarına kıymet veren ve onları liyakatli bir şekilde milletin evlatlarına hak ettiği konulara taşıyan bir düzenin oluşmasını sağlayacağız. Eş, dost, akraba, damat, gelin vesaire değil, tam aksine memleketin ve milletin evlatlarına hak ettiği makamların verildiği, kimsenin kayrılmadığı ya da özellikli konuma taşınmadığı bir yurt var edeceğiz. Bu, bizi yoksulluktan kurtaracak. Bu, bizi yurt dışına kaçan gençlerimizin geleceğini tekrar bu ülkede aramalarını sağlayacak. Ve o insanlar, ülkesini zenginleştirecek. Ben özellikle gençlerimize çok güveniyorum. Bugün bütün topluma bir şiir hazırlamıştım. Kendim yazmadım elbette ama bunu okuyacağım ve öyle bitireceğim. Diyeceğim ki;
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne cellâdın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile..
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Güzel Mehmet kardeşim
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?
Bütün milletime sesleniyorum.
Umut millette, umut millette, umut millette.
Türkiye kazanacak ve inşallah her şey çok güzel olacak. Hepinizi verdiğiniz destek için, sevgiyle selamlıyorum. Sayın Hakimim bu dava, gerçekten görülmemesi gereken bir davadır. Bu dava, milletimizin nezdinde de benim anlayışımda da yok hükmündedir. Umarım bu davanın net olarak bittiği günü ve görülmemiş gibi bir sonuçla buluştuğumuz günü de iple çekiyorum.”