İyi insan olmak mı "maliyetlidir" yoksa kötü insan olmak mı?
Ya da iyilik mi daha fazla "yatırım" gerektirir yoksa kötülük mü?
Sorudaki "yatırım" ve "maliyet" salt ekonomik çağrışımlarıyla değil ekonomiyi de içeren her türden "yatırım" anlamında okunabilir.
Kamuoyunda "Cübbeli Ahmet Hoca" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, ara ara yinelediği ünlü muammasında, "cennet bedava gelen yok, cehennem pahalı müşterisi çok, anlayan beri gelsin!" diye hayıflanıyordu.
Muammayı biz de farklı bir şekilde, “bilgi bedava talibi yok, cehalet pahalı ama müşterisi çok” diye de kurabiliriz, sonuç yine pek değişmiyor.
Cübbeli Ahmet Hoca'nın çağrısına uyuyor ve anlamak için "beri" geliyoruz:
* * *
Önce ekonomi:
Bazen çok büyük yatırımlara rağmen ortaya az bir "fayda" çıkabildiği gibi bazen de az bir "yatırım" büyük faydalar doğurabiliyor.
Garajda kurulan küçük bir şirket, trilyon dolarlık teknoloji imparatorluğuna dönüşebiliyor...
En bilinen örneği Google...
Google serbest piyasa kapitalizminin bu yüzyıldaki en büyük "başarı" hikayelerinden biri olarak anılıyor.
Şirketin artık kullanmadığı eski sloganı "don't be evil" yani "kötü olma", Gmail'in yaratıcısı Paul Buchheit tarafından, "kullanıcıları sömüren diğer birçok şirkete, özellikle de rakiplere yönelik bir eleştiri" olarak temellendiriliyordu.
Google kurucularının "Kötü olma manifestosu" olarak isimlendirdiği, 2004 yılında yayımlanan "halka arz" mektubunda: "Kötü olma... Uzun vadede, kısa vadeli bazı kazançlardan vazgeçsek de dünya için iyi şeyler yapan bir şirketin bizlere daha iyi hizmet edeceğine inanıyoruz" denilmişti.
2015 yılında slogan, "kötülük yapmadan para kazanabilirsiniz" anlamına gelecek şekilde, "doğru olanı yap" halini aldı.
Aynı yıllarda Google, kitlesel gözetleme, arama motoru sonuçları yoluyla kamuoyunu manipüle etme ve seçimleri etkileme gibi pek çok suçlamaya da muhatap oluyordu. Google adeta kendi iddialarıyla sınanmıştı.
İnsanlık, "ticarette en büyük hile dürüstlüktür" türünden sözlerle yeni nesillere "iyilik" nasihat etse de kulağa hoş gelen sözlerin, sloganların, manifestoların, şirketlere ait vizyon/misyon nutuklarının sistemler karşısında pek de bir hükmünün olamayacağı -Google örneğinde olduğu gibi- açıktı...
İyi olmak ya da en azından kötüye dönüşmemek için yüklenilmesi gereken "maliyet" çoğunlukla hem şirketler hem de bireyler için öyle pek de "ucuza" gelmiyordu. Fakat yine de "ortak yarar için ekonomi" mottosuyla, "mutluluk ekonomisi", "yeşil ekonomi", "insancıl ekonomi" gibi farklı adlarla anılan yeni tür bir "iyilik ekonomisi" arayışı da tetiklenmişti.
Bülent Ecevit'in iyilik ekonomisi, "Ne ezilen ne ezen, insanca, hakça bir düzen" sloganında gizliydi. Necmettin Erbakan kendi iyilik ekonomisine "Adil Düzen", Haydar Baş "Milli Ekonomi Modeli" diyordu... Nâzım Hikmet'inki ise daha şiirseldi: "Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri..."
* * *
Ekonomiden çıkıp biraz daha genele gelelim:
"İyilik" bir "gösteri sanatı" ya da bir tür "yatırım aracı" olmadığı gibi yaygın kabul gören doğasının da bir gereği olarak bir "savaş stratejisi" ya da "taktik manevra" olmanın da ötesinde anlamlar ifade etmeliydi.
"İyilik yaptım, iyilik gelsin" diyerek işi ticarete dökmek yanında, iyiliği bir "gösteri" olarak sergilemek de iyiliğin doğasına zaten aykırı değil miydi? Cemil Meriç, "iyilik eden mükâfat beklediği an tefecidir" diyordu.
"Sosyal sorumluluk projeleri" olarak anılan çalışmalar çoğunlukla "PR getirisi" elde etmek için organize ediliyor, meydan "iyi niyet elçileri" ile dolup taşıyor ama ortalıkta pek de öyle "iyilik" görünmüyordu.
* * *
Bugüne kadar iyilik adına en çok "kötülüğü teşhir etmek" ile yetindik. Oysa bütün insanlık tarihi iyiliğin de kötülüğün de en aşkın örnekleriyle dolu.
Her yeni güne "bu da mı oldu" denilecek türden havadislerle uyanıyoruz: Ünlü şarkıcıyı kızı balkondan iterek öldürüyor, ünlü televizyoncu kurduğu "hedonizm" zinciriyle "pes" dedirtiyordu. Her hafta yeni bir dolandırıcılık yöntemi ifşa olurken adliyede görevli özel kalem müdürünün hakim ve savcıların oturduğu adliye lojmanlarında ortak gider için toplanan 2 milyon TL’yi bahis oyunlarında harcadığı ortaya çıkıyordu.
Talihsizliğimiz şu ki kısa vadede "kolay" olanı seçip, seçimlerimizin uzun vadeli bedellerine "kader" adını veriyoruz. Kötülüğün teşhir edildikçe zayıflayacağına, iyiliğin anıldıkça büyüyeceğine inanıyoruz.
* * *
Ekonomi ile bitirelim:
Gazeteci Ali Şaylığ ile Prof. Çağdaş Hakan Aladağ'ın birlikte hazırladığı “Harfler ve Rakamlar” programının yeni bölümünde "dikkat ekonomisi" konuşuldu.
Prof. Aladağ, ABD'de öğrenciler üzerinde yapılan bir dikkat araştırmasının sonuçlarını paylaştı:
Bugüne kadar insanların ortalama dikkat süresinin 20 dakika olduğu genel kabul görürken yapılan bu araştırmaya göre öğrenciler arasında dikkat süresinin ortalama 19 saniye olduğu ortaya çıktı.
Bir başka çalışma ise cep telefonuna gelen herhangi bir bildirim nedeniyle dağılan dikkatin yeniden toparlanma süresinin 23 dakika olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre dikkatin dağıldığı bu 23 dakika boyunca kişinin IQ'su da 10 puan geriliyor...
Prof. Aladağ'a ait bir makalede yapılan kimi başka araştırmaların da sonucu paylaşılıyor: Bunlara göre, insanlar 1950’lere göre çok daha hızlı konuşuyor. Sadece son yirmi yıl içinde şehirlerdeki yürüme hızının yüzde 10 arttığı görülüyor.
Dikkatimiz 19 saniyeye düşerken, bozulan dikkatimizi toparlamak 23 dakikaya çıkıyor. Daha hızlı konuşuyor daha hızlı yürüyoruz, IQ'muz geriliyor...
Şimdi tekrar soralım: İyi insan olmak mı "maliyetli" yoksa kötü insan olmak mı? İyilik mi daha fazla "yatırım" gerektirir yoksa kötülük mü?
Evet, 19 saniye sonra halimiz şu: "Sahi soru neydi?"
Sinan Acıoğlu
babaocagi.com