Anayasa Mahkemesi, 10 Ekim katliamının 10. Yıldönümü öncesi kritik bir karara imza attı. Türkiye’nin farklı illerinden binlerce kişinin “Emek, Barış ve Demokrasi” talebiyle 10 Ekim 2015 tarihinde geldiği Ankara Garı önündeki mitinge yönelik IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamda Veysel Atılgan ve babası İbrahim Atılgan ile birlikte 103 kişi hayatını kaybetti.
Veysel’in annesi Nezihe Atılgan ve 3 kız kardeşi olayda hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği’ne avukatları Mehtap Ekinci aracılığıyla 2016'da Ankara 12. İdare Mahkemesi’nde tazminat davası açtı.
Mahkeme, olayda “hizmet kusuru” bulunduğu gerekçesiyle baba İbrahim Atılgan yönünden anne Nezihe Atılgan’a 283 bin 183 TL ve bir kızı için 47 bin 881 TL destekten yoksun kalma tazminatı ödenmesine karar verdi. 9 yaşındaki Veysel için ise mahkeme anneye sadece 63 bin 801 TL ödenmesine hükmetti. Böylece mahkeme hem baba hem de Veysel için toplamda 394 bin TL maddi tazminat ödenmesine karar verirken, iki kız kardeş için maddi tazminat ödenmesine yer olmadığına hükmetmiş oldu.
700 BİN TL MANEVİ TAZMİNAT
Mahkeme, manevi tazminat talebine ilişkin olarak da baba İbrahim Atılgan yönünde anne Nezihe Atılgan için 100 bin TL, üç kız kardeşe ayrı ayrı 100 biner TL ödenmesine karar verdi. Veysel yönünden ise mahkeme, anneye 150 bin TL, her üç kız kardeş ayrı ayrı 50’şer bin TL ödenmesine hükmetti. Böylece mahkeme baba ve Veysel için anne ve üç kız kardeşe toplam 700 bin TL manevi tazminat ödemeye karar verdi.
Kararda, “DEAŞ’ın canlı bomba saldırısı düzenleyeceğine ilişkin idarenin elinde yakın tarihli istihbarat bulunmasına rağmen gerekli ve yeterli önlemin alınmamasının hizmet kusuru olduğu” belirtildi.
Kararın istinaf incelemesi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdare Dava Dairesi tarafından 2020'de yapıldı. İstinaf mahkemesi 394 bin TL maddi tazminat miktarını onadı. Ancak manevi tazminat miktarı toplam 180 bin TL’ye düşürüldü.
DANIŞTAY: İDARENİN HİZMET KUSURUNDAN BAHSEDİLEMEZ
Temyiz incelemesini yapan Danıştay 10. Dairesi Veysel yönünden anne Nezihe Atılgan’a 30 bin TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Daire, aileye ödenecek maddi tazminatı bozdu. Manevi tazminat da yeniden hesaplanması için bozuldu. Kararda, “idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği” belirtildi.
Danıştay'ın bozma kararı sonrası dosya yeniden Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdare Dava Dairesi'ne gitti.
Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdare Dava Dairesi, eski kararında ısrar etti. Bunun üzerine İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği karara karşı temyiz başvurusunda bulundu.
MADDİ TAZMİNATA İLİŞKİN KARAR KESİN OLARAK BOZULDU
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, manevi tazminata ilişkin yerel mahkemenin kararında, maddi tazminata ilişkin kısmının bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığı yolunda bir değerlendirmenin yapıldığını, ancak kararın temyiz aşamasında bozulan bu kısmı yönünden ısrar edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir hüküm kurulmadığı belirtti.
Kurul, "temyiz aşamasında bozulan maddi tazminat istemleri hakkında ısrar edilip edilmediği yolunda bir sonuca ulaşılmaksızın 'eksik hüküm' kurulduğu anlaşılan Bölge İdare Mahkemesi ısrar kararının bozulmasına karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır” diyerek maddi tazminata ilişkin kararın oybirliğiyle bozulmasına kesin olarak karar verdi.
AYM'DEN "YAŞAM HAKKI İHLAL EDİLMEDİ" KARARI
Kararın ardından Atılgan ailesi avukatları Mehtap Ekinci aracılığıyla Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) yaşam hakkının ve diğer haklarının ihlal edildiği yönünden bireysel başvuruda bulundu.
AYM başvuruyu 4 Ağustos'ta karara bağladı. Yüksek mahkemenin, yaşam hakkının ihlaline yönelik tek cümlelik yanıtında, yine 10 Ekim Gar Katliamı'nda yaralanan Pınar Alkan'ın başvurusuna verdiği kararına atıf yaparak, "Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru inceleme yetkisine girdiği ölçüde ve sunulan belgeler çerçevesinde değerlendirildiğinde Anayasa'nın 17. maddesinde öngörülen devletin yükümlülükleri kapsamında bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır" denildi.
AYM, diğer hakların ihlaline yönelik yaptığı incelemede de Pınar Alkan ve Hikmet Balabanoğlu kararlarına atıf yaparak, "özgürlüklere yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin ihlal teşkil etmediği sonucuna ulaşılmıştır" değerlendirmesinde bulundu.
Yüksek mahkeme, yaşam hakkının ve diğer hakların ihlal edildiği iddialarının 'açıkça dayanaktan yoksun olması' gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verdi.