Amerika’nın tek adam sınavı

21 Nisan 2025’te Harvard Üniversitesi, Trump yönetimine karşı dava açtı. Dava gerekçesi, hükümetin akademik özgürlüğe müdahale etmesiydi. Bu olay, Amerika’da uzun süredir süren bir tartışmayı yeniden gündeme taşıdı: Demokrasi gerçekten güvende mi, yoksa “tek adam rejimi” sessizce mi büyüyor?

Bu sorunun iki klasik düşünürde yankısı var: Hobbes ve Tocqueville. Biri korkudan doğan otoriteyi, diğeri özgürlüğü koruyan toplumsal bilinci anlatır. Bugün Amerika’da yaşanan gerilim, bu iki düşüncenin tam kesişim noktasında duruyor.

HOBBES: GÜCÜ KAYBETME KORKUSU

Thomas Hobbes’a göre insanlar doğa hâlinde sürekli bir tehdit altındadır. Bu yüzden güvenlik ve düzen uğruna, özgürlüklerinin bir kısmını güçlü bir iktidara devrederler. Devlet, bu anlaşmanın sonucunda ortaya çıkar. Ancak Hobbes’un uyarısı nettir: Bir iktidar, gücünü kaybetme korkusu hissettiğinde şiddete başvurur. Çünkü düzeni korumanın tek yolu, onun gözünde, itaati sürdürmektir.

Bugün bazı gözlemcilere göre Amerika’da yaşanan şey tam da budur. Protestolara karşı sert polis müdahaleleri, basın üzerindeki baskılar ve yargıya yapılan siyasi atamalar, iktidarın kaybetme korkusunun dışavurumudur. Hobbes’un “Leviathan” adını verdiği o dev yaratık, yeniden canlanıyor sanki.

TOCQUEVİLLE: SESSİZ TANIKLIK

Alexis de Tocqueville, 1830’larda Amerika’yı gezdiğinde orada yalnızca bir devlet değil, özgürlüğü bir yaşam biçimine dönüştürmüş bir toplum gördü. Yine de onu endişelendiren bir nokta vardı: Bir gün çoğunluğun sesi, azınlığın özgürlüğünü bastırabilirdi. Tocqueville bu yüzden demokrasiyi yalnızca oy verme hakkı değil,“ sorgulama cesareti” olarak tanımladı.

Bugün Amerika’da “lider merkezli siyaset” anlayışı güçlenirken, Tocqueville’in bu uyarısı yeniden anlam kazanıyor. Özgürlük, sadece anayasayla değil, vatandaşın sesiyle yaşar.

İKİ DÜŞÜNCE ARASINDA AMERİKA

Harvard davası, bu iki düşünceyi bir arada gösteriyor. Bir yanda Hobbes’un “gücü kaybetme korkusu”yla hareket eden iktidar; diğer yanda Tocqueville’in “özgürlüğü koruma bilinciyle” ayağa kalkan toplum.

Protestoların anlamı tam da burada gizli: Halk, devlete “sen bizim için varsın, biz senin için değiliz” diyor. Bu cümle, Tocqueville’in demokrasi tanımının kalbidir. Ama öte yandan, devletin güvenlik ve istikrar gerekçesiyle daha sert tedbirler alması da Hobbes’un öngördüğü refleksin bir yansımasıdır. Yani bugün Amerika, Tocqueville’in özgürlük bilinciyle Hobbes’un korku düzeni arasında bir denge arıyor.

TÜRKİYE'YE BAKINCA

Bu tablo bize de yabancı değil. Türkiye’de de son yıllarda güçlü yürütme yapısı tartışmaları sürüyor. Tocqueville’in dediği gibi, vatandaş yönetime ilgisizleştiğinde, devlet hayatın her alanına nüfuz etmeye başlıyor. Hobbes’un dünyasında bu olağan bir şeydir; ama Tocqueville’e göre bu, demokrasinin gerilemesidir. Dolayısıyla mesele sadece liderlerin gücü değil, toplumun özgürlük bilincini ne kadar koruduğudur.

SONUÇ: GÜÇ MÜ ÖZGÜRLÜK MÜ?

Hobbes der ki: “Güç olmadan düzen olmaz.”

Tocqueville der ki: “Düzen, özgürlük olmadan anlamını yitirir.”

Bugün dünya bu iki cümle arasında gidip geliyor. Amerika’da Harvard’ın davası, Türkiye’de anayasa tartışmaları… Hepsi aslında aynı sorunun farklı biçimlerini yansıtıyor. Her ikisinde “Modern devlet, güvenlik ve özgürlük arasında nasıl denge kuracak?” sorusunu gündeme getiriyor.

Belki de cevap yine Tocqueville’in o sade ama güçlü uyarısında saklıdır: Gerçek demokrasi, sessiz kalmayan toplumların eseridir.