Algılar ve ön yargılar... Her şeyi yanlış anlamak...

İlber Ortaylı, Emrah Sefa Gürkan, Selim Erdoğan gibi Türkiye'nin pek çok popüler tarihçisinin de eserlerini basan bir yayınevi, Ricoldus'un bu eserini yayımlaması nedeniyle "nefret suçu" ile suçlanabilir mi?

"Yüksek kulelerin tepesine çıkıp şarkı söyleyen din adamları, bunların çevresinde de diz çöküp alınlarını yere vuran insanlar görmüştü..."

Paulo Coelho'nun Simyacı kitabından alıntıladığım bu cümleye denk geldiğimde istemsiz kahkaha atmıştım...

Algılama farklılıklarına dair bir aydınlanmayla gelen kahkaha...

Günümüzde, anlamına dair pek de düşünülmeden sıkça kullanılan "algı" kavramı, duyular yoluyla elde edilen bilginin alınması, işlenmesi ve yorumlanması gibi kabiliyetleri ifade eder.

Yukarıdaki alıntıda yüksek kulelerde şarkı söyleyen din adamları, diz çöken ve alınlarını yere vuran insanlar... Ne garip bir tasvir değil mi? Kim bunlar ve ne yapıyorlar?

Paulo Coelho burada, henüz 16–17 yaşlarındaki İspanyol çoban Santiago'nun evinden uzakta, müslümanlarla olan ilk karşılaşmasını anlatır.

Santiago'nun "yüksek kule" olarak gördüğü caminin minaresi, "şarkı" zannettiği ezan; "diz çöküp alınlarını yere vuran insanlar" ise namaz kılan müslümanlardan başkası değildir.

Simyacı çoğu menkıbe gibi "zamansız" bir masaldır...

Masal boyunca olayların geçtiği dönem belirsiz bırakılmıştır ama anlatıdan çıkardığımız kadarıyla 15. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında bir zamanda geçmektedir...

İspanya'daki köyünde cami veya namaz görmemiş, hayatında ezan işitmemiş Hristiyan bir çocuğun namaz kılan Müslümanlarla ilk karşılaşmasında yaşadığı şaşkınlık ve algılama, aşağı yukarı bu şekilde anlatılabilirdi...

Küçücük İspanyalı bir çocuk sonuçta ve ne bilsin müezzini, ezanı, minareyi, minberi, kıbleyi ve daha nicesini...

* * *

13. Yüzyıl sonlarından gerçek bir örnekle devam edelim:

"Techerith (Tikrît) şehrinin yanında, nehir kenarında boylu boyunca uzanan, Nebukatnezar'ın hüküm sürdüğü kadim Baldac veya Babil şehrini keşfedip, Roma'dakine benzeyen ihtişamlı harabeleri gördük. Şehir neredeyse tamamen yerle bir olmuştu ve yaşayan çok az insan, güvenilir kişilerden duyduğumuz ve anladığımız kadarıyla, Ahaly'nin takipçisi müslümanlardı. Bu şehrin sakinleri, altı yüzyıl kadar evvel ölen Ahaly'nin oğlunu beklerken, geri döndüğünde layıkıyla karşılayabilmek için daima şahane görünümlü bir dişi katır besliyorlardı. Şehir halkı itikadına göre her cuma namaz kılmak için toplandığında rahipleri, eyer vurulup süslenmiş katırı cemaatin önüne getiriyordu." (Doğu Seyahatnamesi, Bir Dominikan Keşişin Anadolu ve Ortadoğu Yolculuğu 1289-1291. Kronik Yay.)

Bir Dominikan keşişi olan Ricoldus de Monte Crucis, 13. Yüzyıl sonlarında misyonerlik faaliyetleri için gittiği Irak'ta karşılaştığı müslüman topluluğu bu sözlerle anlatıyordu.

Dikkat edin, Osmanlı Devleti'nin henüz kurulmadığı yıllardan söz ediyoruz...

1243 yılında Floransa'da doğan Ricoldus'un Iraklı Şiileri görür görmez tanıyamaması hayli normal... Hz. Ali'nin adını daha önce duyup duymadığı da bir muamma... Ricoldus'un "Ahaly" olarak andığı elbette Hz. Ali'ydi ve "Ahaly'nin takipçisi müslümanlar" dediği de Iraklı Şiilerdi...

Ricoldus, Bağdat şehrinin antik çağdaki adının "Babil" olduğuna inandığı için, yolculuk yaptığı antik Samarra şehrini Babil zannetmişti... Kitabın editörü, yazarın bu hatasını dipnotta belirtir.

Yine aynı kitapta Hz. Muhammed'in kabrinin Mekke'de bulunduğu yazmaktadır. Bu hata ise ya editörün gözünden kaçmış ya da düzeltmeye gerek dahi görülmeyecek bir hata olarak değerlendirilmiş olsa gerektir.

Bu ve benzeri hatalar sebebiyle seyahatnamelerin, tarih bilimi için birer kaynak olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışmalı olsa da seyahatnameler, yazıldıkları döneme dair oldukça fazla bilgi barındırır. Araştırmacılar için her şeye rağmen önemli kaynaklardır.

Seyahatnameler, somut bilgi hatalarının yanı sıra seyyahların kültürel kodlarını, inançlarını, önyargılarını, düşmanlıklarını, bazen de hayal dünyalarını içerir.

Keza dönem mimarisi, şehirlerin durumu, demografik yapı ya da halk söylenceleri, destanlar veya kimi mitolojik anlatıların dilden dile gezerken yaşadıkları dönüşümü anlamak için kültürel ve tarihsel arkeoloji eserleridir...

* * *

Ricoldus'un seyahatnamesinde öyle bölümler var ki eser günümüzde kaleme alınsaydı, Ricoldus "nefret suçu" ile yargılanabilirdi:

"Ermenistan'dan geçince Türkiye'ye girdik. Kendimizi, Muhammed'in yasasına tabi olan ve genelde köstebek gibi yer altında yaşayan barbar Müslüman Türkmenler arasında bulduk." (Sayfa 42)

"Tatarlar, hayatlarının büyük bölümünde hayvanlar gibi yaşar, ne günahtan çekinirler ne de bir şey düşünürler." (Sayfa 45)

"Tebriz'den güneye inerek, kötülük ve gaddarlıkta ziyaret ettiğimiz barbar ulusların hepsini gölgede bırakan cani ve kuduruk (monstruosam et rabiosam) Kürt halkının yaşadığı topraklara vardık. Kürtler yabani keçiler gibi yüksek ve sarp dağlarda yaşıyorlardı. Tüm Doğu milletlerine boyun eğdiren Tatarlar bile onları dize getirememişlerdi. Bu halka kısa boylu (Curtis) oldukları için değil, ki vücotları hayli iridir, boylu posludurlar, Curti, Fars dilinde kurt anlamına geldiği için Kürt demektedirler." (Sayfa 63-64)

Kitapta müslümanlara yönelik onlarca sayfayı bulan övgü yanında epeyce sövgü de bulunur.

Ricoldus, kendisinden önceki kimi hıristiyan seyyahlardan farklı olarak İslam'ı ayrı bir din olarak kabul etmektedir. Oysa eski seyyah keşişler arasında İslam'ı "sapkın bir Hıristiyan tarikatı" olmakla itham edenler de vardır ve bu eserler de Türkçeye çevrilmiştir.

* * *

Şimdi başladığımız yere dönelim...

Paulo Coelho'nun "Simyacı" kitabını tanıtan bir internet sitesinde içeriğin altına yapılan bir okuyucu yorumu şu şekilde:

"Minaredeki ezan sesini çalgıya benzeten, namaz kılanları namazda şarkı söyleyenlere benzeten ne olduğu belli olmayan bir zihniyetsiziin kitabını okumayı birbirinize tavsiye etmeniz garipppppp.... bir insanın fikri ne ise zikri de odur. Kitabın kapağına bakın haç işareti var."

Nasıl ama?

Tam da kitaptan alıntıladığım kısıma işaret ediyor...

Küçük bir çocuğun namaz kılan insanlarla ilk rastlaşması, ilk defa işittiği ezana dair hepimizi gülümsetebilecek bir tasvir nasıl da farklı anlaşılıyor ya da nasıl da yanlış algılanabiliyor...

Üstelik Paulo Coelho'nun Simyacı'yı yazarken İslam sufizminden etkilendiği de biliniyor.

Mesnevî'de, Simyacı'da anlatılan öyküye kaynaklık ettiğini düşünülebileceğimiz bir menkıbe vardır. Adamın biri rüyasında kendisine fısıldanan saklı hazineyi bulmak için Bağdat'tan Mısır'a seyahat eder...

Seyahat, göç, hicret...

Evliya Çelebi kendi anlatımına göre, Hz. Muhammed'i gördüğü rüyasında “Şefaat ya Resulallah” diyecekken heyecandan dili sürçerek, “Seyahat ya Resulallah” der... Bunun üzerine Hz. Muhammed seyahati ve ziyareti ona müjdeler, Çelebi böylece gezilerine başlar.

Yunus Emre, şeyhi Tapduk Emre’nin emriyle seyahate çıkar, Eşrefzâde Rûmî Hacı Bayram Veli tarafından Hama’ya gönderilir... Tasavvufta "sefer der vatan" olarak anılan seyahat bir seyrusülûk esasıdır.

* * *

Peki ya keşiş Ricoldus'un seyahatnamesi?

Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Emrah Sefa Gürkan, Selim Erdoğan gibi Türkiye'nin pek çok popüler tarihçisinin de eserlerini basan bir yayınevi, Ricoldus'un bu eserini yayımlaması nedeniyle "nefret suçu" ile suçlanabilir mi?

Ricoldus'un eserinde Kürtler'le ilgili ileri sürülen "Curti, Fars dilinde kurt anlamına geldiği için Kürt demektedirler" önermesine dair Kronik Kitap şu dipnotu düşer:

"Ricoldus, Farsça derken büyük ihtimalle yanlışa düşmüştür ve Türkçedeki 'kurt' sözcüğüne işaret etmektedir. Farsça'da kurt için kullanılan sözcük 'gurk'tur."

Hiçbir şey olmasa bile seyahatnameler en azından bu dipnotlar düşülebilsin diye yayımlanmalı değil midir?

* * *

"Köstebek gibi yer altında yaşayan barbar Müslüman Türkmenler", "Hayatlarının büyük bölümünde hayvanlar gibi yaşayan Tatarlar", "Gaddarlıkta barbar ulusların hepsini gölgede bırakan cani ve kuduruk Kürt halkı" gibi ifadelere kızarak "bu kitap toplatılmalı" türü hezeyanlara düşmeye gerek var mı?

Sokakları Teksas'a dönen güzel ülkemizde linç kültürü, Kültür (ve Turizm) Bakanlığı'na kitap toplatma çağrılarına, sosyal medyada İçişleri Bakanlığı'nı etiketleyerek yayınevlerine karşı "gereğini yapmaya" davet etmeye kadar vardıysa, gidişat üzerinde biraz daha derin düşünmemiz gerekiyor.

Sinan Acıoğlu
babaocagi.com