AKP’de üniversite: Rektörlük bir ödül mekanizması

Türkiye’de üniversitelerin bugün geldiği nokta bir tesadüf değil. Bu tablo, AKP’nin bilinçli bir tercihinin sonucudur. CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yaptığı konuşma, bu tercihin nasıl bir düzene dönüştüğünü açıkça ortaya koydu: AKP’de siyaset yapan bazı isimler, emekli olduktan sonra iktidara yakın vakıfların kurduğu üniversitelere rektör olarak atanıyor.

Bu, basit bir atama meselesi değildir. Bu, üniversitelerin bir ödül alanına çevrilmesidir.

Gökhan Günaydın bu tabloyu anlatırken Meclis’te dikkat çekici bir sahne yaşandı. AKP sıralarından bir milletvekili, konuşmayı dinlemek yerine telefonuna bakmayı tercih etti. Üniversitelerin nasıl siyasal sadakat üzerinden şekillendirildiği anlatılırken kulakların kapalı olması tesadüf değildi. Bu, bir anlık saygısızlık değil, bir zihniyet fotoğrafıydı.

Anayasa bu konuda son derece açıktır.
10. madde, eşitlik ilkesini düzenler.
70. madde, kamu görevine girerken tek ölçütün liyakat olduğunu söyler.
130. madde, üniversitelerin bilimsel özerkliğini güvence altına alır.

PEKİ AKP DÖNEMİNDE NELER OLUYOR?

AKP’de milletvekilliği yapmış, yürütmenin parçası olmuş isimler; görevleri sona erdiğinde vakıf üniversitelerine rektör olarak atanıyor. Akademik geçmişleri sınırlı, bilimsel yayınları tartışmalı; ama siyasi sicilleri güçlü. Ölçüt bilim değil, AKP’ye yakınlık.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, üniversitelerin amacını açıkça tanımlar: bilim üretmek, özgür düşünceyi geliştirmek, topluma katkı sunmak. Ancak AKP döneminde bu amaç arka plana itilmiş, üniversiteler siyasal sadakatin ödüllendirildiği kurumlara dönüştürülmüştür. Rektörlük makamı, akademik bir zirve olmaktan çıkarılmış; siyasetten emeklilik sonrası bir makam haline getirilmiştir.

Kamuoyuna yansıyan örnekler ortadadır. AKP’ye yakın vakıflar tarafından kurulan üniversitelerde, geçmişi akademiden çok siyasete dayanan isimler rektör yapılmaktadır. Bu isimlerin ortak noktası bilimsel başarıları değil, iktidarla olan bağlarıdır. Bu bir istisna değil, AKP’nin kurduğu bir düzendir.

Yıllarca doktora yapan, makale yazan, yabancı dil bilen, uluslararası dergilerde yayın yapan genç akademisyenler sistemin dışında bırakılırken; siyasetten emekli olanlar rektörlük koltuklarına oturtulmaktadır. Bu yalnızca bir adaletsizlik değil, anayasal ilkelere açık bir aykırılıktır.

Üniversite susarsa, toplum düşünemez. Toplum düşünemezse, demokrasi yalnızca sandıktan ibaret kalır.

Gökhan Günaydın’ın Meclis’te anlattığı şey tam olarak budur. AKP için üniversite, özgür düşüncenin ve bilimin merkezi değil; sistemin devamını sağlayan bir araçtır. Eleştiren değil, onaylayan; sorgulayan değil, susan bir yapı istenmektedir.

Meclis’te üniversiteler konuşulurken telefona bakan anlayış ile üniversiteleri emekli siyasetçilere rektörlük makamı olarak dağıtan anlayış aynıdır. Biri dinlemez, diğeri anlamaz. Anlamayan ise yönetmez; sadece hükmeder.

Bugün mesele birkaç rektör ataması değildir. Bugün mesele şudur: AKP, Anayasa’yı gerçekten bağlı olduğu bir metin olarak mı görüyor, yoksa yalnızca vitrin olarak mı kullanıyor?

Çünkü üniversiteler AKP’nin emeklilik sonrası makamına dönüştüyse, kaybedilen yalnızca akademi değildir. Kaybedilen, bu ülkenin geleceğidir.

Bu yaşananlar Türkiye’ye özgü değil. Üniversitelerin siyasal iktidar tarafından bir “ödül alanı”na dönüştürülmesi, dünyanın farklı ülkelerinde denenmiş bir yöntem. Ve her seferinde aynı sonuç alınmış: akademinin çöküşü, düşüncenin susması, demokrasinin daralması.

Macaristan’da Viktor Orbán iktidarı, üniversiteleri doğrudan kapatmadı. Daha incelikli bir yol seçti. Devlet üniversiteleri, iktidara yakın vakıflara devredildi. Bu vakıfların yönetimlerine ve üniversitelerin tepesine, akademik başarılarıyla değil siyasi sadakatleriyle bilinen eski bakanlar, eski milletvekilleri yerleştirildi. Sonuçta üniversite, özgür düşüncenin değil, rejimin güvenli alanı haline geldi. Avrupa Birliği raporları, Macaristan’da akademik özgürlüğün sistematik biçimde ihlal edildiğini açıkça yazdı.

Polonya’da benzer bir süreç daha dolaylı biçimde işletildi. Hukuk ve Adalet Partisi döneminde üniversitelere ayrılan kaynaklar siyasal tercihlere göre dağıtıldı. Eleştirel sosyal bilimler destekten mahrum bırakılırken, iktidarın ideolojik çizgisine yakın çalışmalar teşvik edildi. Liyakat yerini “uyum”a bıraktı. Akademik özgürlük, bütçe ve kadro kararları üzerinden sessizce daraltıldı.

Rusya’da ise tablo çok daha serttir. Putin döneminde üniversiteler, devletin ideolojik aygıtlarından biri haline getirildi. Rektörlük makamları çoğu zaman eski bürokratlara, güvenlik aygıtından gelen isimlere verildi. Akademik yükselmede bilimsel üretim değil, devlete sadakat belirleyici oldu. Savaş dönemlerinde yüzlerce akademisyen ya görevden alındı ya ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Üniversite, eleştiren değil; onaylayan bir kuruma dönüştürüldü.

Latin Amerika’da Venezuela örneği, bu yolun sonunu gösterir niteliktedir. Chávez ve Maduro dönemlerinde üniversiteler “elitist” ve “tehlikeli” ilan edildi. Yönetimler siyasal olarak güvenilir isimlere teslim edildi, bütçeler kesildi, muhalif akademisyenler hedef alındı. Sonuçta üniversiteler boşaldı, bilim üretimi çöktü, beyin göçü hızlandı.

Bu örneklerin tamamında ortak bir desen vardır. Üniversite fazla özgür bulunur. Özerklik tehdit olarak görülür. Liyakat yerine sadakat konur. Vakıflar, fonlar ve atamalar siyasallaştırılır. Akademi susar. Toplum düşünemez. Demokrasi ise yalnızca sandığa indirgenir.

Türkiye’de yaşananlar da tam olarak bu çizginin üzerindedir. Anayasa’nın eşitlik ilkesine, liyakat hükmüne ve üniversite özerkliğine rağmen; siyaset yapmış, yürütmenin parçası olmuş isimler emekli olduktan sonra vakıf üniversitelerinde rektörlük makamlarına yerleştirilmektedir. Bilimsel yeterlilik ikinci plana itilirken, siyasi sicil belirleyici hale gelmiştir.

Bu yüzden mesele birkaç rektör ataması değildir. Mesele, üniversitenin ne olduğu sorusudur. Eğer üniversite iktidarın emeklilik sonrası makamı haline gelmişse, kaybedilen yalnızca akademi değildir. Kaybedilen, bu ülkenin düşünme kapasitesi ve geleceğidir.